Bu Site Sizin Sizde Yazınızı Gönderin

Evet bu siteye sizlerde yazılarınızı gönderebileceksiniz. Yapmanız gereken içerisinde link ve reklam olmayan yazılarınızı haberdaim@gmail.com adresine mail olarak göndermek.
Hepsi bu kadar. İyi Paylaşımlar
Dikkat edilmesi gerekenler;
Siteye cinsel içerikli, reklam içerikli paylaşımlarda bulunmak yasaktır.

31 Mayıs 2009 Pazar

Bu kaydıraklara çocuğunuzu bindirmeyin


Fatih Üniversitesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bülent Adil Taşbaş, parklardaki çok burgulu kaydırakların çocuğun kayarken aşağıya düşmesine neden olabileceğini belirtti.

Taşbaş, "Düz kaydıraklarda ise eğim arttıkça aşağıya iniş hızı da artıyor. Çocuğun iniş yerlerinde tutulamaması durumunda, iniş zeminin genellikle yeterli yumuşaklıkta olmaması nedeniyle yaralanmalar meydana gelebiliyor." dedi.

Parkların çocukların içlerinde patlamaya varacak kadar yoğunlaşan enerjilerinin boşaltıldığı yerler olduğuna dikkat çeken Taşbaş, "Ancak, bugüne kadar gittiğim parklara ortopedi ve travmatoloji uzmanı gözüyle baktığımda, hemen hepsinin yetersiz güvenlik önlemlerine sahip olduğu gördüm." diye konuştu.

Parklarda genel olarak yerden yüksek olan ünitelerin çıkışlarında ve özellikle platformlarında yani yüksek zeminlerinde, aşağı düşmeyi engelleyecek yeterli bariyerlerin olmadığını ifade eden Taşbaş, "Çoğu zaman boy olarak yetersiz olabilen bu bariyerler bazen de birbirleriyle bağlanma yerlerindeki büyük boşluklar nedeniyle yetersiz." dedi.

Kaydırakların ise genellikle çıkış yerlerinde yeterli güvenlik önleminin bulunmadığına dikkat çeken Taşbaş, şöyle devam etti: "Kayılacak alanın bazı modellerde aşırı burgulu, dönmeli yapılması çocuğun kayarken aşağıya düşmesine neden olacaktır. Genellikle kayma alanlarının yan yüzeylerinin yüksekliği de yetersiz. Düz kaydıraklarda ise eğim arttıkça aşağıya iniş hızı da artıyor. Çocuğun iniş yerlerinde tutulamaması durumunda, iniş zeminin genellikle yeterli yumuşaklıkta olmaması nedeniyle yaralanmalar meydana gelebiliyor."

Son zamanlarda birçok oyuncağın aynı anda kullanılmasına izin veren oyun platformlarının kullanılmaya başlandığına dikkat çeken Taşbaş, "Buradaki problem ise çocuğun yukarıya çıktıktan sonra, yaşına uygun olmayan oyuncaklara da ulaşabilmek ihtimali. Parklardaki oyuncaklar yeterli güvenlik önlemlerine sahip oluncaya kadar, anne-babalar çocuklarına yakın durmaya devam etmeli." şeklinde konuştu.

ERKEK ÇOCUKLAR DAHA AFACAN

Gelişmiş ülkelerde parklardaki kaza oranlarını azaltmak için çok sayıda bilimsel çalışma yapıldığını ifade eden Taşbaş, Türkiye'de de sayıları az da olsa son yıllarda bu konuyu ele alan yazılar yayınlandığını aktardı.
Taşbaş, ulusal bir ortopedi ve travmatoloji dergisinde geçen yıl yayınlanan bir araştırmaya göre; çalışmanın yapıldığı hastaneye üç aylık dönemde acil servise getirilen 120 çocuk hastadan 75'ini erkek, 45'ini kız çocukların oluşturduğunu kaydeden Taşbaş, "Bu bilgiler ışığında, ülkemizde erkek çocukların daha afacan olduğu bilimsel olarak ispatlanmış oluyor. Yine çalışmaya göre 20 çocuk daha önce benzer bir yaralanma yaşamış. Yani düşenler bir daha düşebilir. Bu çalışmadan elde ettiğimiz diğer bir bilgi ise, çocuklarda en çok yaralanmanın; evlerde yüzde 35 oranında olduğudur. En sık yaralanan bölge, el bileği ve dirsek bölgesi." ifadesini kullandı.

Cihan

29 Mayıs 2009 Cuma

Osmanlı okçuları 100 yıl sonra Okmeydanı'nda!

Fethin hemen sonrasında, Fatih Sultan Mehmet tarafından bizzat okçulara tahsis edilen İstanbul Okmeydanı, 100 yıl sonra gerçek sahiplerini ağırlayacak. Kemankeş Okçuluk Enstitüsünün okçuları, 31 Mayıs 2009 Pazar günü tarihi kostümler içinde, ok ve yayları ile atışlar yapacaklar. Okçuların, Okmeydanı ve sevenleri ile buluşması saat 14:00'te gerçekleşecek.



Tarihi belgelere göre Fatih'in İstanbul'u fethinin hemen sonrasında Haliç sırtlarında okçular yan yana dizilmiş ve oklarını en uzağa düşürmek üzere yarışmışlar. Bu atışlar sonrası birinci gelen Bahtiyar, Okmeydanı'nın ilk menzil (rekor) sahibi okçusu olmuş ve adına bir taş dikilmiş. Fatih de tüm bu alanın sınırlarını belirleyip, bina ve bahçe yapılmasını yasaklamış. İlk atışın yapıldığı yerin merkez olduğu ve "Atıcılar Tekkesi" olarak bilinen alan, 20. yüzyıl başlarına dek sporun da merkezi olmuş. Savaşlar ve istila nedeni ile önemini yitiren, 1895'teki depremle de hasar gören Okmeydanı ile birlikte Türk Okçuluk sporu da unutulmuş.

Tümünü Yasla
Bu sporu canlandırmak için 5 yıldır ter döken Kemankeş Enstitüsünün okçuları, tarihi kostümleri ve fethe yaraşır atış disiplinleri ile izleyenleri büyülemeye hazırlanıyor. Gerçeğe uygun hedeflere, aynı anda senkronize yapılan atışlarla, 556 yıl öncesine yolculuk yapacak, fethin ilk yıllarındaki sadakat ve disiplin tekrar yaşanacak. Kemankeş Enstitüsü okçuları izleyenlere, seyri keyif ve gurur verici başka sürprizleri ile görsel bir şölen sunacak. Etkinlik pazar günü saat 14.00'te Okmeydanı'nda düzenlenecek.

İltihap kansere dönüşür mü

Bazı tiroid iltihaplarında örneğin Haşimato hastalığında tiroid kanseri riski artar.
Hastada hafif düzeyli bir zehirli guatr tablosu ortaya çıkar. Bu tablo kısa sürelidir, hastalara zehirli guatr ilaçları verilmemeli, sadece çarpıntıyı geçirecek ilaçlar kullanılmalı. Geriye kalan harap olmamış sayıca azalmış sağlam tiroid hücreleri ne kadar tiroid hormonu salgılarsa hastanın kanında o kadar hormonu bulunur. Tabii ki azalan bu hücrelerin salgıladığı hormon yeterli olamayacağından hastada tiroid hormon yetersizliği (hipotiroidizm) oluşur. Hastalar bu safhadan sonra aniden kilo almaya başlar, kabızlık, saçlarda matlaşma, unutkanlık, dalgınlık, konsantrasyon bozukluğu, ciltte kuruma şikayetleri gibi çok bilinen tiroid hormon yetersizliği belirtileri gösterir. Nadiren harabiyet çok az olur ve hastada hormon yetersizliği belirgin olmaz. Bu yetersiz hormon artık bir daha düzelip normal duruma gelemez. Bu hastaların ömür boyunca tiroid hormonu kullanmaları şarttır. Eğer hastalara zamanında tanı konulup yeterli düzeyde tiroid hormonu verilmezse beyinimizden salgılanan TSH isimli hormon yükselir. TSH, tiroidi çalışmaya teşvik eden bir hormondur. Bu teşvik uzun sürerse tiroid bezesi büyüyebilir ve hatta nodül gelişebilir. İyotlu tuz kullanan toplumlarda tiroid iltihapları daha sık görülür. Bu nedenle çocuklarda iyotlu tuz kullanımı teşvik edilmeli ancak yetişkinlerde iyotlu tuzun bazı sakıncaları olduğu hatırlanmalıdır. Ayrıca, tiroid iltihabı olan hastaların özgeçmişi incelendiğinde, hastanın şikayetleri başlamadan önce yoğun stresli bir dönem yaşadığı saptanır. Bu da stres faktörünün bu hastalıkta rolü olduğuna inanılmasına nende olmaktadır. Ailesel geçiş en kesin ve en önemli faktörlerden biridir. Annede haşimato varsa kızında da bu hastalığın görülme şansı yüksektir. Ancak unutmamak gerekir ki ailesel geçiş (genetik geçiş) çevresel faktörlerle desteklenmedikçe hastalık bir sonraki nesile (örn.kızına) aynen geçmez.

Tiroiditlerde ameliyat yapılmaz!
Tiroiditli hastalarda ciddi kanser şüphesi yoksa ameliyat çözüm getirmez, sorunu ağırlaştırır. De Quervain tiroditinde ilk haftalarda hastadaki ağrılı, birden bire ortaya çıkmış, sert tiroid bezesi yanlışlıkla kanser şüphesi yüksek nodül olarak yorumlanıp ameliyat yapılabiliyor. Halbuki bu hastalarda sabırlı davranıp beklemek tiroid iltihabının yatışmasından sonra daha doğru bir karar vermeyi sağlar.

Menderes'e nasıl işkence yaptılar?

1960 askeri darbesinin ardından idam edilen Başbakan Adnan Menderes'in Avukatı Talat Asal, 27 Mayıs'la ülkenin en az yarım asır geriye gittiğini vurguladı.

Asal, 27 Mayıs sonrasında Yassıada'nın işkence adası haline getirildiğini belirterek, "27 Mayıs ve daha sonrası, Menderes ile ailesi için rezaletin sergilendiği, sahnelendiği bir hal almıştır" dedi.

PAKİSTAN BİLE MENDERES'İ CUNTACILARDAN KURTARAMAMIŞ

Türk siyasi tarihinde önemli izler bırakan 27 Mayıs Askeri Darbesi'nin üzerinden 48 yıl geçti. Açığa çıkmayan bilgi ve belgelerle en önemlisi de dönemin siyasileri ve ailelerinin dramlarıyla hala belleklerde bulunan askeri ihtilal, bugün de güncelliğini koruyor.

Genç subaylar tarafından emir-komuta zincirinin dışına çıkılmasıyla başlayan Darbe'nin ardından Adnan Menderes ve Demokrat Partililer (DP) 14 ayrı davadan yargılandı. Yassıada günlerinin yanısıra yargılama şekli ve sonrasındaki uygulamalarla tartışılan süreç çok sayıda aileyi mağdur etti.

Birçok yazılı ve görsel esere konu olan 27 Mayıs ve Yassıada sürecini en iyi bilen ve kitaplaştıran isimlerden birisi de Adnan Menderes'in çetin süreçte avukatlığını üstlenen Talat Asal.

Menderes'in Burhan Apaydın'la birlikte müdafaasını yapan Asal, 48′inci yılına giren darbenin ve sonrasının tanıklarından biri olarak yargılama şartları ve Yassıada sürecinden söz etti. Çankaya'daki evinde dönemi ana hatlarıyla değerlendiren Asal, DP'nin aniden vücut bulan bir oluşum olarak ele alınamayacağını belirtti.

Talat Asal, 1946′da siyaset sahnesine giren teşekküle dönemin iktidarının yanısıra askeri ve sivil bürokrasi tarafından tahammül edilemediğini ifade etti. Asal, DP'nin milletin teveccühüyle iktidara geldiğini, milli iradenin yansıması olduğunu kaydetti.

1961 Anayasası'nın ardından kurulan Adalet Partisi'nin milletvekillerinden ve Demirel Hükümeti'nin bakanlarından olan Talat Asal, DP'nin iktidarı süresince millete mal olmaya çalıştığını söyledi. Asal, hayatında derin izler bırakan 27 Mayıs Darbesi'nin sebepsiz yere yapıldığını, yürürlükteki anayasanın rafa kaldırıldığını savundu.

27 Mayıs'ın bir felsefe ihtiva etmediğine işaret eden Talat Asal, "Yapılan Hükümet darbesi ya da kudetta olarak adlandırabiliriz. Kendilerinin akıllı milli iradenin de akılsız olduğu yönündeki kanaatlerin ürünüdür" diye konuştu.

Darbeyle ülkenin yarım asır geriye gittiğini vurgulayan Menderes'in Avukatı, sıkıntılı dönemin vebalinin 27 Mayıs'ı yapanlara, çanak tutanlara ait olduğunu ifade etti. Talat Asal, 27 Mayıs'ın akılla izah edilemeyeceğine, ahlaki tarafının bulunmadığına işaret etti.

"İŞKENCE ADASI HALİNE GELEN YASSIADA, DARBENİN ARLANMAZ VE UTANMAZ TARAFIDIR"

Sözü Menderes'in yargılanma ve ceza evi günlerine getiren Asal, Yassıada'yı darbenin arlanmaz ve utanmaz tarafı olarak niteledi. Talat Asal, burada faaliyet gösteren Yüksek Adalet Divanı'nın mahkemeden uzak bir görüntü arz ettiğinin altını çizdi. Mahkemenin muhakeme etmek değil mahkûm etmek için kurulduğunu söyleyen Asal, Yassıada'nın heyetin çektiği çilenin ta kendisi olduğunu vurguladı.

Talat Asal, şöyle dedi: "O dönem ben ve arkadaşlarımın haftada yarım saatlik bir görüşme yapmamıza imkân tanınıyordu. Benim Merhum Menderes'le yarım saatlik görüşmemde yanımızda kuvvet komutanlarından subaylar bulunurdu. Tuttuğum notları dışarı çıkarmama izin verilmezdi. Yassıada ve vatan sathında iftira ve iddialar uçuştuğu halde cevap veremezdik.

Ceza Usulü Kanunu'nun değişimiyle müdafaa hakkımız elimizden alındı, bununla hâkim reddedemiyor, tahkikatın genişletilmesini isteyemiyorduk. Menderes tarafı olarak çok sayıda davayla karşı karşıyaydık ve dava dosyalarını inceleme imkânından mahrumduk. Kanun daha sonra işkenceye dönüştürüldü, müvekkilimin üzerinde çirkin bir şekilde uygulamaya tutuldu."

Menderes'in kaldığı hücrenin şartlarına ilişkin bilgiler veren Asal, Merhum Başbakan'ın odasından duyduğu ses üzerine uyuyamadığını, durumdan şikâyetçi olduğunu aktardı. Talat Asal, Menderes'in odasının üzerinde mozaik makinesine benzer bir makinenin bulunduğunu zannettiğini belirterek, maddi işkencenin manevi işkenceye dönüştüğünü söyledi.

Adnan Menderes'in odasında tek kişilik siyah karyola, iki sandalye ve bir tahta masa bulunduğuna işaret eden Avukatı, sandalyelerden birinin Menderes'e diğerinin de odasında nöbet tutan subaya ait olduğunu kaydetti.

Eski Bakan Asal, Başbakan'ın dava boyunca gece ve gündüz denetlendiğini ve kahır çektiğini aktardı. Menderes ve DP'li milletvekillerinin her şeyine el konulduğunu bildiren Talat Asal, "Başbakan, ihtiyati tedbir kararıyla Berrin Hanımın nişan yüzüğü dâhil tüm mal varlığından tasarruf edebilme imkânından mahrum edildi. Yassıada bir işkence adası haline getirilmiş, 27 Mayıs ve sonrası Menderes ve ailesi için rezaletin sahnelendiği sergilendiği bir hal olmuştur" şeklinde konuştu.

"YEDEK SUBAY OLARAK VATANİ GÖREVİMİ İFA ETMEME RAĞMEN ASKERLİK YAPMAMAKLA SUÇLANDIM VE NEZARETE ALINDIM"

Davanın ardından kendisine dönük muamelelerden de söz eden Asal, kendisiyle birlikte Menderes'in avukatlığını üstlenen Burhan Apaydın'ın tutuklandığını hatırlattı. Adı Mezar olarak geçen Harbiye'deki hücrede günlerce kaldıklarını söyleyen Talat Asal, yatağı ve yorganı bulunmayan hücredeki kıtık dolu yastığın varlığına işaret etti.

Kaldıkları yerin karşıla ölçülebilecek kadar küçük olduğuna dikkat çeken Asal, nöbetçiye saati sormalarının bile yasaklandığını söyledi. Menderes'in Avukatı, Harbiye'den Balmumcu'ya sevk edildiklerini oradan da tahliye edildiklerini aktardı. Asal, kendisinin 31′inci Piyade Alayı'nda Yedek Subay olarak askerlik yapmasına rağmen askerlik yapmamakla suçlandığını ve nezarete alındığını kaydetti.

"ARAPÇA EZAN OKUNMASINA DAİR KANUN CHP'YE AİTTİ; CHP'Lİ MİLLETVEKİLLERİNİN OYLARIYLA ÇIKTI"

Diğer yandan, Asal kamuoyu nezdinde tazeliğini koruyan Arapça ezan tartışmalarına dair önemli açıklamalarda bulundu. DP'nin en masum hareketinin iftira zeminine çekildiğinin altını çizen Talat Asal, partinin Arapça ezan konusunda iftiraya uğradığını söyledi.

Asal, "Arapça ezanın okunmasına dair kanun CHP'ye aitti, CHP'li milletvekillerinin oylarıyla çıktı. CHP Grup Sözcüsü Eyüboğlu, parti adına yaptığı açıklamada kanuna itiraz etmediklerini, milletvekillerinin takdirlerine bıraktıklarını beyan etti" diye konuştu.

Eski Bakan Asal, yıllar yılı Arapça ezan konusunun Demokrat Parti'ye iftiranın bir başka şekli olarak kullanıldığını ve belli zamanlarda gündeme getirildiğini ifade etti.

(www.habervaktim.com, Mayıs 2009)

Menderes’in idam öncesi son sözleri

Bugün tam 49 yıl olmuş.
Yarım asra yakın.
Halbuki cumhuriyet kurulalı henüz 86 yıl olmuş.
Demek oluyor ki, cumhuriyet tarihinin büyük bölümü bir dramın gölgesinde geçmiş.
Şimdi ki durum çok mu farklı? Zihniyet çok mu değişti?
Buna gönül rahatlığıyla "evet" demek mümkün mü?
Demokrat Parti'yi kapatıp Menderes'i idam idam etmekle, misyon itibari ile o partinin devamı niteliğindeki partileri kapatma hırsından vazgeçmeyip üstelik liderlerini, mesela şimdiki reisi cumhuru bir kulpunu bulup indirme çabası arasında ne fark var?
Hala yatışmamış, nedeni ne olduğu tam olarak bilinmeyen büyük bir öfkenin izleri halen sürüyor.
Bu ülkeye, bu millete hizmet etmenin bedeli ağırdır diye bir söz vardır.
Keşke bu sözün aksi bir durum gerçekleşseydi demek geçiyor insanın içinden ama, akla gelen tüm örnekler yukarıdaki saptamayı doğrulayacak cinsten maalesef.
Bu ülkeye yaptığı hizmet millet vicdanında makes bulmuş hiçbir isim olmasın ki, ahir ömründe sıkıntı çekmemiş, kendisine çektirilmemiş olsun. Bir çırpıda insanın aklına o kadar çok isim geliyor ki.
Taha Akyol yazmıştı;; 1960 yılındaki 27 Mayıs darbesi günlerinde Ankara'daki Amerikan Büyükelçisi Fletcher Warren, Washington'a gönderdiği uzun mektupta şunları yazar: "Bütün meslek hayatım boyunca, Menderes ve Demokrat Parti (DP) liderlerine karşı aydınların ve ordunun duyduğu gibi bir nefreti hiçbir yerde görmedim. Başka bir ülkede olsa bu insanlar, tarafsız yargılanmaları ve insaflı davranılması için ayağa kalkarlar ama Türkiye'de Bayar, Koraltan, Menderes, Zorlu ve Polatkan'ın idam edilmesi için çağrı yapıyorlar! Bu tablo gerçekten korkutucu." der.
Sözün kısası, bugün 27 Mayıs.
20. Yüzyılın en utanç verici, en dramatik olayı olan 27 Mayıs 1960 darbesinin 49. yıldönümü.
İdama doğru.
27 Mayıs darbesi sonrası Demokrat Partilileri yargılamak için kurulan Yassıada Mahkemesi'nden Menderes, Zorlu ve Polatkan için idam kararı çıkınca, Menderes kararın infazı için İmralı adasına gönderildi.
Menderes, geminin yanaştığı iskeleden idamını bekleyeceği hücresine kadar 100 metrelik yolu hiç kimsenin yardımını olmadan rahatça yürüdü. Ayrıca misafir salonu ile darağacının bulunduğu yer arasındaki 80 metrelik yolu da, gene aynı rahatlıkla katetti.
Halbuki mahkemeler boyunca iyice bitap düşmüştü. O kadar ki, yazar Samet Ağaoğlu'nun anlatımıyla; "Bayar'ın yanında oturanı seçemedim önce. Yalnız çok ince bir boyun, gevşek beyaz yaka ve sarı saçlar gözüme çarptı. Bir ara başını çevirdi, o zaman Bayar'ın yanında oturanın Adnan Bey olduğunu hayretle gördüm. Yarabbi ne hale gelmişti! Zayıflamış, zayıflamıştı. Yüzünde benek benek çiller. Sanki uzun bir hastalıktan yeni kalkmıştı.' diyecektir. (Arkadaşım Menderes, 1967, Baha Matbaası sf: 176)
O kadar ki, Yassıada'da tebessüm etmek bile yasaktı. Çünkü tebessümler bir alay, bir hiçe sayış olarak değerlendiriliyordu.
Menderes'e Milli Birlik Komitesi'nin idam tasdik kararı, kendisine tahsis olunan misafir salonunda Yassıada Başsavcısı Egesel tarafından tefhim edildi. Cumartesiyi pazara bağlıyan gece saat 01.30′da Zorlu ve Polatkan için yapılan formaliteler, Menderes için de tekrarlandı.
Son arzusu sorulduğu zaman bir sigara istedi. Verilen Yenice sigarasını içerken son sözlerini söyledi:
"Dünyadan ayrıldığım şu anda, ailemi ve çocuklarımı şefkatle andığımı kendilerine bildirin. Vatanı ve milleti Allah refah içinde bıraksın."
Son arzusu, milletin refahını temenni etmek olmuştu.
Menderes, sabaha karşı saat 02.31′de Zorlu'nun ipe çekildiği darağacında asılmak suretiyle idam edildi.

Asıl suçları neydi?
Son Menderes hükümeti (23. hükümet) Kıbrıs konusunda imzaladıkları ortaklık anlaşmasına garantörlük maddesini yerleştirerek Türk ordusunun 1974 yılında iki aşamada gerçekleştirdiği Kıbrıs Barış Harekatı'nın hukuki zeminini hazırlamış , önemli ve yaşamsal bir uluslararası başarıya imza atmışlardı. Bu imza, Osmanlı Devleti'nin gerileme sürecine girdiği geçmiş asırlar boyunca Türk Milleti'nin attığı en onurlu, dış politikada ilk kez böylesine varlığını hissettiren anlaşmalardan biriydi. Bir ilkti.
Türkiye, 1959 yılında hazırlanan ve 1960'da Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla uluslararası geçerlilik kazanan Garanti Anlaşması'ndan doğan haklarını kullanarak sözkonusu müdahaleyi gerçekleştirebilmiştir. Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'ye garantörlük sıfatını veren ve Kıbrıs'ın bağımsızlığını tanıyan Garanti Anlaşması'nın (Londra Anlaşması, 1959) 2. Maddesi şöyledir: "Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bu anlaşmanın birinci maddesinde gösterilen yükümlülüklerini göz önüne alarak, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve aynı zamanda Anayasa'nın temel maddeleriyle kurulan düzenini tanırlar ve garanti ederler."
17 Şubat 1959′da Londra'ya giderken uçağı düştü. Başbakan Adnan Menderes bu antlaşmayı, düşen uçağından sağ kurtulması sonucu bakım ve tedavi için kaldırıldığı klinikte, Londra'da imzaladı. Benim suikast olduğunu düşündüğüm o uçak kazası da bana göre o imzayı engelemek içindi. Bunu engellemeyince, faturayı idamla kestiler.
1961 yılında İstanbul Cumhuriyet Savcısı olan Senator Mehmet Feyyat, 2006 da yayinlanan ifadelerinde, "Telefonlarımızı kestiler ve Menderes usüle aykırı olarak idam edildi. İmralı Cezaevi'nin yönetimi İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'na aitti. İnfaza ben bakabilirdim. İhtilal Başsavcısı yetkisi olmadığı halde infazı gerçekleştirdi" dedi.
Kadere bakın ki, Menderes'in mirası Demokrat Parti'ye geçen hafta Hüsamettin Cindoruk genel başkan seçildi. Ben 22 Temmuz seçimleri öncesinde kendisi hakkında (17 Ağustos 2007'de), "Vah Menderes, demek Cindoruk avukatındı." başlıklı yazı yazmıştım.
Bu ülkede hala darbeye niyetlenen bedhahlara sesleniyorum. Geçmiş tüm müdahalerin utancı hala sırtımızda bir yük, bir vicdan ızdırabı olarak duruyor. Siz hala aklınız sıra yenisini üretmenin hesabını yaparken, millet geçmiş müdahalelerle yüzleşmek ve demokrasinin sağlam ikamesi için toptan fatura kesmek için ruhunu tatmin edecek bir bekleyişte duruyor.
Size tavsiyem aklınızın ucundan bile geçirmeyin. Çok fena gerildik, haberiniz olsun. Sakın ola gözümüze görünmeyin.
"Yeter" kelimesi bu defa asla sözde kalmaz, bilmiş olasınız.
Hiç kimse ve zümre milletten daha güçlü değil.

(Prof. Dr. Osman ÖZSOY, Haber7, Mayıs 2009)

28 Mayıs 2009 Perşembe

Kan grupları ve özellikleri

Tek damlasi bile degerli olan, damarlarimizda tasidigimiz kan hakkinda neleri biliyoruz, ya bilmediklerimiz….Vücut agirliginin %7-8′ini kan olusturuyor. Tek bir damlasi bile bircok konuda etken.

Cesitleri karakterimzi belirliyor, ozelliklerinin degismesi hastaliklara yol aciyor. Dikkat kan araniyor! Radyolardan sık sık duydugumuz bir anons bu. Belki, o anda bunun onemini dusunmeyiz ama, en basitinden bir yerimiz kanadiginda damlayan kanin ne derece degerli oldugunu anlariz. Hepimizin de bildigi gibi, kan vucudumuzdaki en onemli yapi taslarindan biri…

Damarlarimizda dolasan ve bircok hayati fonksiyonu bulunan bu kirmizi renkli sivinin en onemli gorevi hucrelere oksijen tasimasi…Ayrica hayati onemi olan maddeleri hucrelere tasiyor ve zararli olan metabolizma artiklarinin disari atilmasini sagliyor. Kan bedenimize canlilik vermek icin yaratilmis bir yasam sivisidir. Bedenimizde dolastigi surece onu isitir, sogutur, besler, korur, ona enerji verir ve icindeki zehirli maddelerin atilmasini saglar. Bedenimizdeki haberlesmenin neredeyse tamamini ustlenir. Ayrica damarlarda olusan her yırtıgı anında kapatır. Sistem boylelikle kendini surekli olarak yeniler.

Dunyada kan gruplarinin dagilimi:
O Rh pozitif, her 100 kisiden 40′i
O Rh negahtif, her 100 kisiden 7'si
A Rh pozitif, her 100 kisiden 34′u
A Rh negatif, her 100 kisiden 6'si
B Rh pozitif, her 100 kisiden 8′i
B Rh negatif, her 100 kisiden 1′i
AB Rh pozitif, her 100 kisiden 3′u
AB Rh negatif, her 100 kisiden 1′i

En eski kan grubu "0″ grubu oldugu belirtiliyor, herkes O grubundayken insanlar cok kucuk bir alanda yasiyorlardi, ayni yemegi yiyor, ayni organizmalari doluyorlardi ve bu yuzden degisim gereksizdi.
Ancak nufus arttiginda ve gocler hizlandiginda degisimler ivme kazandi. Sonrasinda gelisen A ve B gruplarinin gecmisi ancak 15 bin - 25 bin yil oncesine uzaniyor. AB grubu ise cok yenidir. O grubu avci, A grubu ciftci, B grubu gocebe ve AB grubu ise modern olarak degerlendiriliyor.
Kan gruplarina gore kisilik tahlili
O grubu : Kendine guvenen, cesaret
A grubu : Sinirli ve hassas
B grubu : Uyumlu ve yaratici
AB grubu : En cekici ve ilginc

En cesur ve guclu "O" grubu:
Bu kan grubu tasiyan herkes gucu, dayanikliligi, kendine guveni, cesareti, sezgiyi ve tanri vergisi bir iyimserligi genetik hafizalarinda tasirlar. Melodik mizac ozelligine sahiptirler. Bunlar yasamin tadini en iyi cikaran, dunya nimetlerinden en genis bicimde yararlanan kisilerdir. Hayati bir melodi gibi yasar ve kavrarlar. Icinde bulunduklari ortama cok iyi uyum gosterirler. Tum insanlarla ve butun varliklarla anlasirlar. Onlara ters dusmeden, olumlu iliskiler kurmayi basararak yasarlar. Bu engin uyum duzeni icinde, onlerine sunulan olanaklardan rahatlikla yararlanirlar. Amacladiklari sonuca, buyuk ugraslara kalkismadan, kolayca ulasirlar. Onlarin bu basarilarindaki en buyuk etken, dis dunyayla sudaki hidrojenle oksijen gibi uyumlu olmalaridir.
Modaya, havaya, zamana hemen uyuverirler. Herhangi birine cok degisik ve ters gelebilecek bir ortam dusunelim. Onlar bu ortam icinde dagilip sasrimaz, urkup sinmez, bir koseye cekilip donup kalmazlar.
Hemen uyum gosterirler. Sivri ve uc dusunceleri, ayri fikirleri ve egilimleri yoktur. Saglikli bir bunye ve iyimserlikle desteklenmis liderlik ozellikleri (guc, etki- guvenilirlik) ve basari icin
gerekli guduler size kalan O grubu mirasidir.

En paylasimci "A" grubu
Kalabalik insan topluluklari ve yerlesik ama daha kirsal yasam gerilimleri bas edebilmek uzere ortaya cikmistir. Psikolojik ozelliklerin bazilar kalabalik insan topluluklari ve yerlesik ama daha
kirsal yasam gerilimleri bas edebilmek uzere ortaya cikmistir. Psikolojik ozelliklerinin bazilar, kalabalik cevresel kitlelerin ihtiyaclarina katlanabilmekle gelisir. Uyumlu mizac ozelligine
sahiptirler. Bu grup icinde yer alanlar, duyan, hisseden, surekli olarak arastiran, cevrelerindeki kisiler ile baglanti ve uyum saglamaya calisan kisilerdir. Dis dunyadaki tum degisikliklere karsi duyarlidirlar. Ancak asiri duyarliliklari, cevrelerinde buyuk uyum guclugune dustuklerinde onlarin geriye dogru kacmalarina ve iclerine kapanmalarina neden olur.

Uyumlular, icinde bulunduklari toplumun en ilgi cekici ve en renkli varliklaridir. Ancak dayanma ve uyum saglama yeteneklerinin yetersiz kaldigi ortam ve kosullarda cozulurler. Acinacak, zavalli insanlar olurlar. Buyuk bir olasilikla, bu olusumun icindeki bireyde olmasi gereken en onemli ozellik, paylasimci yapidir. Ilk A'lar, karmasik bir hayatin meydan okumalarina karsi duyarlidir, kurnaz, istekli ve akilli olmak zorundaydilar. Ancak butun bu niteliklerin tek bir yapida toplanmasi gerekiyordu. Belki de bu bugun bile A'larin daha gerilimli bir yapiya sahip olmalarinin bir nedenidir.
Sikintilarini iclerine atarlar. Fakat patladiklarinda da dikkatli olmalisiniz. O gruplarinin cok basarili oldugu gerilimli ve sikisik liderlik pozisyonlarina A'lar pek uygun degildir. Bu onlarin lider olmayacaklari anlamina gelmiyor. Ama icgudusel olarak, cikar gozeten liderligi istemezler. A grubunda diger druplardan daha az grip goruldugu bilinmektedir. Ayrica viruslerin etkisi, AB grubunda da diger gruplara gore daha azdir.

En uyumlu "B "grubu
Irkların karışması, yeni topraklar ve yabancı iklimlerle karşı karşıya kalan ilk B gruplarının yaşamlarını sürdürebilmek için uyumlu ve yaratıcı olmaları gerekiyordu.

B grupları yerleşik A grupları kadar düzenli ve uyumlu bir konfora gereksinim duymazken O grularından da daha az kararlılık sahibidirler. Bu özellikler B gruplarının her hücresinde mevcuttur. Biyolojik olarak B gruplar diğer gruplardan daha uyumludur. Ritimli mizaç özelliğine sahiptir. Davranışlarında akılcı, sistemli, düzenli ve iradelidir. Başkalarının tepki ve eğilimlerini dikkate almaksızın, kendi düşünce ve kararları doğrultusunda ilerler. Onu bir demiryolu üzerinde giden, önüne çıkan engelleri ezen veya birlikte sürükleyen bir lokamotife benzetebiliriz.

Çevrelerine egemen olmak ve yönetmek isterler. Gözüpek, inatçı, otoriter ve serttirler. Mantık ve irade, onlarda daima duygulardan daha önce gelir. Bu mizaca sahip bulunanların tipi, asker, uzman ve danışmandır.

Bir çok yönüyle B grupları bütün olası seçeneklerin en iyisine sahiptirler. A gruplarının zihinsel ve duygusal olarak uyarılmış edimlerinin yanı sıra O gruplarının saldırgan ve keskin fiziksel
tepkilerine ait öğeleri de içlerinde barındırırlar.

B gruplarının farklı kişiliklerle daha kolay ilişkiye girebilmelerinin nedeni, genetik doğaları gereği daha uyumlu olmalarındandır. Çünkü kendilerini rekabet ve savaşlara karşı daha az eğilimli hissederler. Onlar diğerlerinin bakış açısından da bakabilirler. Empati yetenekleri vardır.

En çekicisi "AB" grubu Bu grup sinirli ve hassas A´larla dengeli B´lerin birleşmesiyle oluşmuştur. Sonuç ise tinsel, yaşamın özellikle sonuçlarının pek farkında olmadıkları bir takım etkenlerini kucaklayan, biraz parça parça bir karakterdir. Kompleks mizaç özelliği gösterirler. diğer üç mizacın tüm özelliklerini, karmaşık ve karışık bir biçimde bu kümede yer alan kişilerde görülür. Bu üç özellik, farklı yoğunluklarla bir arada bulununca, kişi birbiriyle uyuşmaz eğilimlerin elinde adeta oyuncak olur.

Böyleleri, dengeleri için gerekli olan dinamik bir düzenleme, güçlü bir irade ve iyi bir disiplinle karşılaşana değin, çelişen, karmaşık duygu, düşünce ve eğilimlerin elinde bocalayan, kaprisli, kararsız ve tutarsız bir kişi olur çıkarlar. Bununla birlikte çevrelerine önem vermeleri, sosyal tutum ve yargıları önemsemeleri, mantıklı düşünme yetisine sahip olmaları gibi olumlu yönleri onları başarıya ulaştırabilir."

Çoğu kez onlar detaylarla uğraşıp kendilerini yormazlar. AB grubu, kan grupları arasında en çekici ve en ilginç olanıdır. Ama onların doğal karizması ardında hep kırık kalpler bırakır.

Kan grupları arasında AB çok ender görülür.A grubuyla B grubunun karışmasından meydana gelen bu kan grubuna dünya nüfusunun ancak %5 ´i dahildir.Ve de bu grup,kan gruplarının en yenisidir. Bundan 10-12 yüzyıl öncesine kadar böyle bir kan grubu yoktu.Doğudaki istilacı güçlerin batıdaki ülkeleri ele geçirmeleri üzerine farklı uluslar birbirlerine karıştılar. Doğuyla batı uygarlığının karışması sonucunda AB kan grubu ortaya çıktı. M.S. 900 yıllarından itibaren AB kan grubu oluştu. A ve B gruplarındaki Avrupalılar´ın evlilik yoluyla bir araya gelmedikleri kesindi. Ancak doğudan batıya akın başladıktan sonra farklı kan grupları birleşebildi.

Kan grubu-Kişilik ilişkisi

Kan gruplarının insan kişiliği ile yakından ilgisi olduğu anlaşıldı. Japon uzmanlar farklı kan gruplarının erkekler ve kadınlar üzerindeki etkilerini konu alan bi araştırmasının sonuçlarını açıklarken, "Insan vücudunun kimyası ile kişilik arasında önemli bağlar var. Kan grupları bunlardan biri." dedi

A Grubu Kadını
Para harcamasını çok sever. Seksi iç çamaşırlarına düşkündür. Çocukları çok sever ve çocuk sahibi olduktan sonra eşini ihmal eder. Değişikliği seven biridir.

A Grubu Erkeği
Düzenli yaşamayı sever. Iyi bir dost ve konuşmacıdır. Birlikte olacağı kadını seçerken çok titiz davranır.

B Grubu Kadını
Istek doludur. Sekse hiç hayır demez. Para konusunda eli ya çok açıktır ya da cimridir

B Grubu Erkeği
Özgürlüğünün sınırlanmasından nefret eder. Kadınlara saygısı sonsuzdur. Hep neşe dolu bir aileye sahip olmak ister. Yemek konusunda son derece titizdir.

AB Grubu Kadını
Erkeklerin yüreğini hoplatan elbiseler giymeye bayılır. Para konusunda tutumludur. Yemek pişirmekte, mükellef bir sofra hazırlamakta üzerine yoktur.

AB Grubu Erkeği
Aile içinde mutlaka sözünün dinlenmesini, isteklerinin yapılmasını ister. Hoşgörülü ve kararlıdır. En iyi aşıklar bu gruptan çıkar. Eşine ev işlerinde yardım etmekten çekinmez.

0 Grubu Kadını
Mutfak masraflarından kısarak kendine hoş elbiseler alır. Çocukları biraz ele avuca geldiğinde hemen çalışma hayatına dönmek, toplumdaki yerini almak ister. Yemek yapmakla fazla uğraşmak istemez. Pratik yemekleri tercih eder.

0 Grubu Erkeği
Aşık olduğu zaman birlikte olduğu kadını çok kıskanır. Kalabalığı sevmez. Son derece hareketli, çalışkan ve hırslıdır. Sevgilisine veya eşine sık sık hediye almayı sever.

Mikroskop Nedir?

Mikroskop Nedir?
Mikroskop Çeşitleri ve Mikroskobun Kısımları!

Arkadaşlar bizzat kendim bir kitaptan derleyip toplayıp buraya yazdım.internette başka bir ( bi ) siteden alıntı deildir. Buyurun afiyet olsun.

MİKROSKOP VE ÇEŞİTLERİ

Mikroskop Nedir?

Çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük küçük olan cisimleri,doku ve hücreleri büyüterek görmemizi sağlayan alettir.

Mikroskop ilk defa 1665 ylında İngiliz ROBERT HOOK tarafından yapılmıştır.Hook şişe mantarından aldığı kesitleri inceleyerek bunların küçük odacıklardan oluştuğun görmüş ve bu küçük odacıklara “cellula=hücre” adını vermiştir.

MİKROSKOP ÇEŞİTLERİ

A) ELEKTRON MİKROSKOBU: İçi boşaltılmış bir cam tüpde bulunan metal bir filamanın elektron demeti salması ve bu demetlerin çeşitli manyetik merceklerden geçirilerek,incelenecek cismin üzerine düşürülmesi esasına dayanır.Elektron mikroskobunun çözüm gücü ışık mikroskobuna oranla daha fazladır.

B)IŞIK MİKROSKOBU: Bu mikroskopta görüntü ışık ve optik mercekler tarafından büyütülür.
Başlıca 5 çeşit ışık mikroskobu vardır.
a) Karanlık Saha Mikroskobu
b) Aydınlık Saha (normal ışık) Mikroskobu
c) Ultraviyole Mikoskobu
d) Faz-Konstrat Mikroskobu
e) Fluoressan Mikroskobu

a)Karanlık Saha Mikroskobu:Işık kaynağı normal ışık kaynağıdır.Işık mikroskobundan farkını kondansatör yapısındaki değişiklik oluşturur.
b)Aydınlık Saha (normal ışık) Mikroskobu: Laboratuarlarda kullanılan normal ışık mikroskobudur.
c)Ultraviyole Mikroskobu: Normal ışık yerine ultraviyole ışık kullanılır.Dalga boyu küçük olduğu için çözme gücü fazladır.
d)Faz-Kontrast Mikroskobu: Bu mikroskopta doğrudan doğruya ışık kaynağından gelen ışınlar ve cisimden geçerken kırılan ışınlar olmak üzere iki çeşit ışın kullanılmaktadır.
e)Fluoressan Mikroskobu: Bir çeşit Ultraviyole Mikroskobu olmasına rağmen,maddelerin fluoressan olma özelliğinden yararlalnılır.Bu mikroskobun biyoloji alanında kullanımı sınırlıdır.

C)STEREO MİKROSKOP: Bu mikroskoplarda özellikle gözle görülebilen daha büyük cisimler doğrudan gözlenebilir.bitkilerin çiçek ve diğer yapılarının incelenmesinde çok yararlanılır.

Hz. Muhammed 'in hayatı

Hz. Muhammed Hicret’ten 52 yıl önce (Milâdi 570), Rebiülevvel ayının 17. gününde Mekke şehrinde dünyaya gelmişlerdir. Babası, Hz. Abdullah daha Hz. Muhammed dünyaya gelmeden, 25 yaşlarında vefât etmiştir. Annesi, Hz. Âmine’yi ise 6 yaşında iken kaybetmiştir. Küçük yaşta babasını ve annesini kaybeden Hz. Muhammed’i, dedesi Abdülmuttâlib himayesine aldı ve o zamana kadar kimseye verilmemiş olan Muhammed adını kendisine verdi. O da bir yıl sonra vefât edince, Hz. Muhammed’i amcalarından, Hz. Ali’nin babası Hz. Ebû Tâlib yanına alıp büyütmüştür. Hz. Muhammed Mekke’nin en büyük ailesi olan Hâşimiler’dendi.

Peygamberler, Peygamber olarak dünyaya gelirler ve o vazife için yaratılmışlardır. Peygamberlik gibi ağır bir emaneti yüklenmek için bir hazırlık devresi geçirirler, sonunda ilâhi vahye mazhar olurlar ve insanlara ilâhi emirleri tebliğe başlarlar.

Hz. Muhammed’in hayatı, Peygamberliğini açıklamaya emir alıncaya kadar; sade, temiz, çok dürüst ve yaşayışı da insanlığa örnek bir yaşayış idi.

Hz. Muhammed genç yaşlarında iken bütün Hicâz’da, daha Peygamberlik gelmeden önce, huylarının güzelliği ve her hususta emin oluşları dolayısıyla, Araplar tarafından “Muhammed’ül Emin” diye anılmaya başlanmıştı. Babasından mal, mülk, bir şey kalmadığı için bir hayli fakirdi; yalnız çok soylu bir aileden olduğu için çok itibar görürdü.

Hz. Hatice ile Evlenmesi

Kureyş hanımlarından olan Hz.Hatice ticaretle uğraşmakta idi. Çok zengin ve dul olduğundan, mallarını idare etmesi, ticaretini sürdürmesi için emin bir kişi olarak gördüğü Hz.Muhammed’i kendisine yardımcı seçti. Daha sonra Hz.Muhammed ile Hz.Hatice evlendiler. Evlendiklerinde Hz.Muhammed 25, Hz.Hatice ise 38 veya 40 yaşlarında idi. Hz.Muhammed’in, Hz.Hatice’den iki erkek, dört kız çocuğu olmuştur.Bütün evlâtları kendi zamanında âhiret dünyasına göç etti. Hayatta kalan tek evlâtları Hz.Fâtıma ise Hz.Muhammed’in, Peygamberlikleri zamanında Hicret’ten 11 yıl önce dünyaya gelmiştir.

Hz.Muhammed’in soyu çok sevdiği kızı “Ehl-i Beyt”ten olan Hz.Fâtıma’dan yürümüştür. Hz.Fâtıma’dan da, Hz.Peygamber’in çok sevdikleri “Ehl-i Beyt”ten olan torunları Hz.Hasan ile Hz.Hüseyin dünyaya gelmişlerdir.

İlk Vahy’in Gelişi

Hz.Muhammed ilk vahy’in gelişini şöyle anlatıyorlardı:

“Hirâ dağında, adımın çağrıldığını duyardım; fakat çağıranı göremezdim. Derken bir gün melek göründü bana; kucakladı beni, göğsüne bastırdı, sıktı ve «Oku» dedi. Ben okumak bilmem dedim. Tekrar sıktı «Oku» dedi. Aynı sözü söyledim. Yine sıktı «Oku»” dedi. Ve Kur’ân-ı Kerîm’in şu âyetlerini okudu:

“(1) Oku Rabbinin adıyla ki bütün mahlûkatı yarattı, (2) İnsanı da bir parça kan pıhtısından var etti; (3) Oku ve Rabbin, pek büyük bir kerem sâhibidir, (4) Öyle bir Rab ki kalemle öğretmiştir, (5) İnsana bilmediğini belletmiştir (öğretmiştir).” (Alâk 1-5. âyetler)

Bu âyetler Hz.Muhammed’e ilk inen sûrenin ilk beş âyetidir.Hz.Muhammed’e, Allah tarafından ilk vahiy Ramazan ayında nâzil olmuştur.

“Ramazan ayı ki onda Kur’ân inzal olunmuştur. Kur’ân nas için aynı hidâyettir; doğru yola götüren, hak ile bâtıl arasını ayıran açık delillerdir.” (Bakara 185. âyet)

Kur’ân-ı Kerîm, Hz.Peygamber ebedî âleme göçene kadar 23 yılda tamamlanmıştır. Nâzil olan bütün âyetler, Allah tarafından zaman zaman vahiy edilmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’de; kulun, yani Peygamber’in Allah ile ancak vahiy yoluyla konuşabileceği anlatılmaktadır. Bu konudaki âyetler de şunlardır:

“Vahiyle veya perde ardından olması veya bir elçi gönderip ona kendi izniyle dilediği şeyi vahiy etmesi suretlerinden başka hiçbir suretle Allah’ın konuşması hiçbir insana müyesser olmaz. Çünkü O yücedir, işinde hakimdir.” (Şûra 51. âyet)

“(192) Kur’ân şüphesiz Rabbelâleminin indirmesidir. (193-194-195) Sen Tanrı azâbıyla korkutanlardan olasın diye onu «ruh-i emin» açık olan Arap diliyle indirmiştir.” (Şuarâ 192-195. âyetler)

“ (16) (Ey Muhammed)! Vahiy bitmesin diye acele almak için dilini kımıldatma. (17) Çünkü onu kalbinde toplamak ve lisanında kıraatini sabit kılmak bize aittir. (18) Sana Kur’ân-ı Kerîm’i kıraat eylediğimizde sen onun kıraatine tâbi ol. (19) Onu izah ve beyân yine bize düşer.” (Kıyâmet 16-19. âyetler)

Peygamber Oluşu

Hz.Muhammed 40 yaşlarında iken (Milâdi 610), yine Hirâ dağındaki mağarada halvette bulunuyordu. Bu sefer Allah tarafından, kendisini doğrudan doğruya Peygamberlik görevine çağıran, Kur’ân-ı Kerîm’in Müddesir Sûresi’nin 1-7. âyetleri nâzil oldu.

“(1) Ey örtüsüne bürünmüş Peygamber! (2) Kalk azapla korkut. (3) Rabbini büyüklükle an, (4) Elbiseni temiz tut. (5) Azâba bais olan şeyleri bırak. (6) Çok istemek üzere bir şey verme. (7) Rabbin için her şeye katlan.”

Gelen bu “vahiy”den sonra artık “vahiy”lerin arkası kesilmedi. Sürekli ve zamana bağlı olarak “vahiy” gelmeye başladı. Hz.Muhammed’in, Peygamberlik hayatı iki devreye ayrılır. Birinci devre Peygamberliğinin başlangıcından Medine’ye Hicret’ine kadar geçen 13 yıllık dönemdir (Milâdi 610-622). İkinci devre ise Hz.Peygamber’in Hicret’ten, Hak’ka vuslat edinceye kadar geçen 10 yıllık dönemdir (Milâdi 622-632).

Hz.Muhammed halkı İslâmiyete davete başladığında, erkeklerden ilk olarak Hz.Ali, kadınlardan da Hz.Muhammed’in eşi Hz.Hatice Müslüman olmuş; ona inanmışlar, uymuşlar ve ezeli îmanlarını izhâr etmişlerdir. Belli bir süre sonra da Hz.Muhammed; önce akrabalarını, ardından Safa Tepesine çıkarak tüm Mekke halkını, Allah’tan gelen emir gereğince açıktan açığa, Müslüman olmaya çağırmaya başladı.

Kardeşi, Veziri, Vasîysi, Halîfesi

Kur’ân-ı Kerim’in Şuarâ Sûresi’nin 214-216. âyetleri:

“(214) Pek yakın kavim ve kabileni (akrabalarını) Allah azâbıyla korkut. (215) Sana tâbi olan mü’minlere kanadını alçak tut. (Onlara karşı yumuşak davran, lûtufla muamele et) (216) Kavim ve kabilen sana karşı gelirlerse «-Ben sizin işlediklerinizden vâresteyim» dersin.”

Bu âyetler nâzil olunca Hz.Muhammed, Hz.Hatice’ye yemek hazırlatmış ve Hz.Ali’ye de; “Hâşim oğulları soyundan olanları çağırmasını” emir buyurmuşlardı.

Yemekten sonra Hz.Muhammed:

“Ben bütün insanlara, Tanrı elçisi olarak gönderildim. Ulu ve yüce Allah, mensub olduğum boydan, bana en yakın olanları korkutmamı buyurdu. Allah’tan başka yoktur tapacak demezseniz, sizi azâbından kurtaramam” buyurdular. Amcası Ebû Leheb; “Bizi bunun için mi çağırdın” dedi ve yakışmayacak sözler söyledi. Gelenler de dağılıp gittiler.

Hz.Muhammed, Hâşim oğullarını bir kere daha çağırdı. Yedirdi, içirdi. Sonra; “Ey Hâşim oğulları” dedi. “Bana itâat edin, yeryüzüne hâkim olun. İçinizden kim bana yardım eder, bu işte beni kuvvetlendirirse kardeşim, vasîyim, vezirim, vârisim ve benden sonra halîfem olur” buyurdu. İçlerinden hiçbiri cevap vermedi. Genç yaşta olan Hz.Ali ayağa kalkıp; “Ey Tanrı elçisi! Bu işte ben sana yardım edeceğim” dedi. Hz.Muhammed; “Otur” buyurdu ve sözünü bir kere daha tekrarladı. Yine Hz.Ali’den başka cevap veren çıkmadı. Üçüncü defasında Hz.Peygamber, Hz.Ali’ye; “Otur” buyurdular ve Hz.Ali’ye hitaben; “Artık kardeşim, vasîyim, vezirim, vârisim ve benden sonra halîfem sensin” demişler ve toplantıda bulunan Hâşim oğullarına “Ali’ye itâat edin” buyurmuşlardır.

Hz.Muhammed’in getirmiş olduğu yeni din, Mekke’de büyük muhalefetle karşılaştı. Bilhassa Kureyş’in ileri gelenleri, Hz.Peygamber’in halkı İslâm’a davetine, şiddetle karşı çıktılar. Çünkü İslâmiyet puta taparlığı kaldırıyor, insan hakları üzerine birçok yenilikler getiriyordu. Bu durumda, Hz.Muhammed davetlerini bir müddet gizli tutmak zorunda kalmıştır.

Bu dönemde İslâm dînini kabul edenlerin büyük bir çoğunluğu, üst düzeyden mal ve canlarını vermekten çekinmeyen kişiler oldukları halde, onlarda bir müddet dinlerini gizlemek zorunda kalmışlardır.

http://www.ziyababa.org.tr/hzmuhammed/yazi001.jpgAz zamanda yeni dinin müminleri çoğaldı. Bunlara “Tanrı’ya teslim olan” anlamına gelen “İslâm” denildi. İlk Müslümanlar çok ağır hakaretler, işkenceler gördükleri halde, îmanlarından, inançlarından asla dönmediler, kendilerine ve yakınlarına yapılan işkencelere tahammül ettiler.

Hz.Muhammed’in halkı Müslüman olmaya çağırışı, bulundukları mevki ve ellerindeki güçleri yitirebilecekleri kaygısıyla, Mekkeli müşrikleri (inkârcıları-inanmayanları) tedirgin etti. Kâ’be’den putlarının kaldırılmasının, ticaretlerini engelleyeceği ve bir takım alışkanlıklarına son verileceği için büyük bir tepki gösterdiler.

Bu ortamda Arabistan diyarı görülmemiş bir ahlâksızlık ve cehâlet içindeydi. Onun için Hz.Muhammed’den önceki Arap tarihine “Cahiliye devri” denir. Hz.Muhammed’e kadar Hak dîni Hıristiyanlıktı. Ancak Hıristiyanlık dîni, Tanrı görüşüyle de, hukuk sistemiyle de, artık insanlığın ihtiyacını gerektiği gibi karşılayamıyordu.Müslümanlık, bütün Peygamberleri Allah tarafından gönderilmiş elçiler olarak kabul ediyordu.

Bu yıllarda İslâmiyet’i kabul eden, kimsesiz ve yoksul olan Müslümanlara; müşriklerin, inkârcıların yaptıkları cefâlar, eziyetler gittikçe artmaktaydı. Hz.Muhammed’in, İslâmiyet’e davete başladıklarının 10. yılında (Milâdi 620) o yılın Ramazan ayında, üç gün arayla amcası Hz.Ebû Tâlib ile vefâlı eşi Hz.Hatice vefât ettiler. Müslümanlar o yıla “Hüzün Yılı” adını verdiler.

27 Mayıs 2009 Çarşamba

Hangi Bitki Ne İfade Ediyor?

AÇELYA Nefse hakimiyet.
AÇELYA (HİNT) "Gerçek şu ki, herşey bitti!..Seni artık sevemiyorum..."
ADAÇAYI Eşler arasında "Biz iyi bir aileyiz" mesajıdır.
AKASYA (PEMBE VEYA KIRMIZI) Güzellik, zerafet ve incelik; "Seni beğeniyorum."
AKASYA (BEYAZ) Dostluk; "Bizimki temiz bir sevgi, belki biraz arkadaşça..."
AKASYA (SARI) Platonik aşk, isimsiz aşık...
ANANAS "Sen kusursuz birisin!"
ARDIÇ "Seni koruyacağım!"
AYÇİÇEĞİ (ÇİÇEK OLARAK) "Sana tapıyorum!"
BADEM "Aşkımızın sürmesini ümit ediyorum." BİBERİYE Anma
ÇAN ÇİÇEĞİ "Aşkımıza sadakatle bağlıyım!"
ÇİNGÜLÜ "Zarif ve çok güzelsin!"
ÇUHA ÇİÇEĞİ "Çok güzelsin."
DEFNE Terfi eden kişilere gönderilir; "şan, ün, görkem" anlamı taşır.
EĞRELTİOTU Samimiyet.
ELMA "İtiraf etmem gerekirse, seni görünce şeytana uyasım geliyor; ya senin?"
ERİK "Sözüme sadık kalacağım."
FESLEĞEN İyi dilekte bulunmak için.
FINDIK "Barışmak istiyorum!"
FULYA "Sevgilim, geri dön!"
GARDENYA "Beni unutma; gerçek aşkımsın..."
GELİN EL ÇİÇEĞİ "Mutlu olabiliriz."
GÜL Sevgiyi ifade eder.
GÜL (PEMBE) "Arkadaşımsın."
GÜL (KIRMIZI)"Seni seviyorum; ihtirasla bağlıyım sana!"
GÜL (KIRMIZI & BEYAZ) Birliktelik isteği.
GÜL GONCASI (KIRMIZI) "Genç ve güzelsin."
HANIMELİ "Sana olan bağlılığım sonsuza kadar sürecek."
HERCAİ MENEKŞE "Beynimi işgal ediyorsun; ama ben bu durumdan şikayetçi değilim..."
IHLAMUR Evli çiftler için "Seni seviyorum" anlamı taşır.
İSPANYOL YASEMİNİ "Bence, sen çok seksi ve şehvetlisin!"
KAKTÜS İçtenlik; "Aşkımız için zorluklara katlanmalıyız!"
KAMELYA "Kusursuz bir aşıksın!"
KARANFİL Kişinin kendine olan öz saygısını ve güzelliği ifade eder.
KARAÇALI "Dostluğumuz uzun ömürlü olsun!"
KARANFİL (KOYU KIRMIZI) "Kalbimi kırdın!"
KARANFİL (PEMBE)"Seni unutmayacağım..."
KARANFİL (KIRÇILLI) "Üzgünüm, ama bitmek zorunda..."
KARANFİL (SARI) "Beni hayal kırıklığına uğrattın!"
KREZENTEM (BEYAZ) "Bana gerçeği söyle!"
LALE Aşkı ifade eder.
LALE (KIRMIZI)"Aşkımı itiraf etmek istiyorum!"
LALE (ALACALI)"Gözlerin çok güzel."
LALE (SARI) Umutsuz aşkı ifade eder.
LEYLAK (MOR)"Sana ilk görüşte aşık oldum!"
LEYLAK (BEYAZ)"Hoş ve namuslu birisin."
MENEKŞE Alçakgönüllüğü ifade eder.
MENEKŞE (MAVİ) "Sana sadık kalacağım."
MENEKŞE (MOR) "Düşüncelerimi zaptettin!"
MELEKOTU "İlham kaynağımsın."
MERSİNAĞACI "Çok mutluyum, çünkü seni seviyorum!"
MİMOZA "Fazla alıngansın!"
NANE "Sana karşı içimde sıcak hisler besliyorum."
NERGİS "Saygılarımla..."
ORKİDE "Aşkım, sen çok güzelsin, sen çok özelsin!"
ÖKSEKOTU "Sorunların üstesinden geleceğim."
PAPATYA Temiz bir kalbin simgesi.
PAPATYA (BAHÇE) "Fikirlerini paylaşıyorum."
PELESENK Sabırsızlık; "Aşkım, daha fazla bekletme!"
PETUNYA "Umudunu yitirme!"
PORTAKAL Karşılıklı aşk; "Ben de seni seviyorum."
REZENE Övgüye değer.
SARDUNYA "İçin rahat olsun, her zaman yanındayım!"
SARMAŞIK "Aşkıma sadığım!"
SEDİR YAPRAĞI "Senin için yaşıyorum."
SÜSEN ÇİÇEĞİ "Sana bir haberim var!"
SÜSEN ÇİÇEĞİ (SARI) İhtiraslı bir aşk.
ŞEFTALİ "Seninim!"
YASEMİN "Güzel ve çekicisin."
YENİBAHAR "Acını paylaşıyorum."
ZAMBAK (SARI) "Seni neşeli ve nazik (çekici) buluyorum!"
ZEYTİN "Barışalım!"

Okyanusların Derinliklerinden Duvar kağıtları..

Okyanusların Derinliklerinden Duvar kağıtları.. Çok denizaltından fotoğraflar. Ben çok seviyorum bu gizemli ve renkli dünyayı...İnsanı alıp götürüyor bir yerlere değilmi dostlar.
http://www.resimkalesi.com/data/media/1/3_Boyutlu_Deniz_Okyanus_Balk_resimleri_7.jpg
http://www.lavinya.net/galeri/data/media/9/okyanus.jpg
Masmavi Deniz ve Büyük Bir Dalga

Balıklar ve Okyanus
http://www.wapacasting.com/wallpapers/cyprus_1280_tiqnrq61j.jpg
http://www.kayseriliyim.com/kayseri/fotograflar/BALIK%20FOTOGRAFLARI/buyuk/balik.jpg
balik-resimleri20111.jpg image by ae-alp
http://www.digifish.us/aquareal2/screenshot/05.jpg
http://www.resimle.net/data/media/16/National%20Geographic%20balik.JPG
http://img177.yukle.tc/images/9109japon.jpg
http://www.ecofriendlyvietnam.com/upload/coral%20and%20f.jpg
http://crazy-frankenstein.com/free-wallpapers-files/animals-wallpapers/fish-wallpapers/life-below-the-red-sea-egypt-fish-wallpapers.jpg

Bronşit İçin Bitkisel Çözümler Ahmet Maranki

Bronşit Akciğerlere giden havayollarının iç yüzündeki zarın iltihaplanması sonucunda oluşur. Akut bronşit ve kronik bronşit olarak iki türü vardır. Akut bronşit grip gibi hastalıklar ile birlikte görülebilirken, kronik bronşit daha ciddi bir iltihaplanmadır ve mutlaka tedavi olmayı gerektirir.

Akut bronşit: Genellikle grip, kızamık, boğmaca ya da tifo gibi hastalıklar esnasında görülür. Sisli ve soğuk havalarda çok rahatsız olurlar. Hastalığın başlangıç safhasında kuru ve ağrılı öksürük, az yapışkan balgam, sonraları sümüksü cerahatli balgam ile hafif ateş ve halsizlik görülür. Mutlaka tedavi edilmesi gerekir.

Kronik bronşit: Bu tür bronşitte; havayollarını yağlayan bezler büyür, iç yüzlerinde bulunan tüyler görevini yapamaz hale gelir. Mutlaka tedavi edilmesi gerekir. Her iki bronşitte de yapılacak ilk iş eğer sigara içiliyorsa sigarayı bırakmak ve istirahat etmektir.

Bronşit için pratik bitkisel formüller

1 bardak kaynar suyun içine, 3 gram kekik konularak, 10 dakika demlendirdikten sonra içilir.. Bu uygulama hastalık geçene kadar günde 3 kez (sabah,öğle,akşam) tekrar edilir.

Öksürük otu kronik ve akut bronşite, nezle ve gribe karşı etkilidir.

1 bardak kaynar suyun içine 5-6 gram ufalanmış ebegümeci konduktan sonra 10 dakika demlendirilir. Bu karışımdan günde 2-3 bardak içilir.

1 bardak kaynar suyun içine 5 gram ufalanmış defneyaprağı, 10 gram kurutulmuş ve ince ince doğranmış portakal kabuğu konduktan sonra 10-15 dakika demlendirilir. Bu karışımdan günde 2-3 bardak bal ile tatlandırılarak içilir.

Çörek otu biraz kavrularak toz haline getirilir. Günde 3 kez 1 çay kaşığı toz çörekotu, yarım çay kaşığı balla karıştırılarak ağızda emilmek suretiyle yutulur.

Kazayağı bitkisinin çiçekleri ve yaprakları, taze çam sürgünü, yer sarmaşığı, ebegümeci, okaliptüs yaprağı, andız otu, kekik, gülhatmi çiçeği ve yaprakları 1 litre kaynar suya birer tutam konduktan sonra 10 dakika demlendirilerek süzülür ve biraz bal katılarak günde 4-5 bardak içilir.



Sizde Beğendiğiniz e-postaları, kendi eserlerinizi, ilanlarınızı veya bizimle paylaşmak istediklerinizi naturelist@gmail.com mail adresine yollayabilirsiniz..

Reklammatik'le Reklam İzle sen de kazan!

Hostinginizi Alın Bir Villa Sahibi Olun

İzleyen Kazanıyor

SüperTeklif'e üye ol, sen de kazan!

Hz.Muhammed_Tolstoy_Gizlenen_Kitap İNDİRR



Türkçe Dünya Dili olur (mu?)

"Sorsam gördüğüm ilk buluta söyler mi bana,

Yağmur hangi dilde yağar Afrika'da?

Anlatır mı rüzgar gezdiği uzak yerleri,

Hangi dilde sarılır insan Amerika'da?



Sevgi gibi dünyayı dolaşsa sesim,

Okyanuslar ardında, Uzak Asya'da,

Adını hiç bilmediğim kardeşlerim,

İstanbul'dan Anadolu'dan size MERHABA!



A, B, C, tekrar birlikte,

Güneş gibi üstümüze doğuyor Türkçe

Tohum gibi dünyaya serpilince,

Filizlenip boy verecek binlerce hece..."

Uluslararası Türkçe Olimpiyatları Şarkısı



115 farklı ülkeden çocuğun ses bayrağımız Türkçe'mizi dalgalandırdığı Uluslararası Türkçe Olimpiyatları büyük bir gurur vesilesi.

Keza, yurtdışındaki Türk Okulları, Türk Kültür Merkezleri gibi STK'ların düzenlediği dilimiz ve harsımızla ilgili etkinlikler de, ancak cihan devletlerine sahip olan necip bir millete mahsus muazzam bir vizyon. Kurumların yurtdışındaki temsil keyfiyetleri, kredileri çok yüksek; istikbal vaad ediyorlar.



Bu organizasyon vesilesiyle tekrar gündeme gelen Türkçe meselesine kafa yorarken, olimpiyatların tanıtım filmindeki "Türkçe artık dünya dili" cümlesini duymayayım mı!

Gerçekten de iddia edildiği gibi "Türkçe Dünya Dili Haline Geldi" mi?

Öncelikle kabul edelim ki, biz kendi diline sahip çıkamamış, dilini ihmal etmiş bir milletiz. Gelişime çok açık ve elverişli olan Türkçe'mizi, zaman zaman Çince'nin, Soğdca'nın, zaman zaman Arapça ve Farsça'nın zaman zaman da Batı dillerinin istilasına maruz bırakmışız. Canım lisanımızı, fasit bir anlam dünyasının içinde güdükleştirmiş, Lisan-i Türki-i Basit'leştirmişiz. Bu vebal, Selçuklu'nun, Osmanlı'nın, Cumhuriyet'in, siyasetçinin, muallimin, esnafın, sanatkarın, halkın� topyekün Türk milletinin. Bari hiç olmazsa şu yakınlarda, bir Kaşgarlı Mahmut (ya da Yusuf Has Hacip) adına bir üniversite açabilseydik!

Bir dil, hamasetle dünya lisanı olur mu!



Onu yazarı, çizeri, felsefecisi, sanatçısı farklı dünyalara taşır, dünya dili yapar. İngilizce'yi dünyaya okutan ustalar, Mark Twain, Dickens, J.Austen, G.Orwell, Steinbeck, Edgar Allen Poe, E. Hemingway'dir; bunlar gibi daha onlarcası, yüzlercesidir. Fransızca'yı, Almanca'yı, Rusça'yı hatta İspanyolca, Çince ve Arapca'yı� Bir lisanı, dünyalara mal edebilecek kişiler, öz dilinde imal-i fikr eden entellektüelleridir. Peki, bizde onlardan, Edirne Kapıkule sınır kapısını aşmış, dünya çapında gerçek entellektüel, mütefekkir ve yazalardan kaç tane var?

Bizim edebiyatımızın da devleri var elbette. Ama bir kaçı hariç, bu devlerimiz, dünya toplumları için, hatta yurtdışında yaşayan Türkler için bile, çok bir şey ifade etmiyor. Okunmuyor.



Peki şu dünya dili olacak Türkçe'miz ne alemde! Aydınlarımız, münevverlerimiz kendi aralarında bile, ortak bir Türkçe üzerinde uzlaşabilmiş değiller. Birinin ak dediğine diğerinin kara demesi kadar olmasa bile, bir kesimin cevap dediğine, diğer kesim ısrarla yanıt diyor. Doğa, soru, sınav, tümce, deneyim� gibi daha binlerce kelime, önce Türkçe'yi konuşan insanları ikilemde bırakıyor. Attila İlhan yaşasa "Hangi Türkçe'yi dünya dili yapmaya çalışıyorsunuz" diye sorardı.

Basınımıza bakalım. Açın yurdum gazetelerini, yazılıp çizilenlere bakın. İç sayfalardaki haber metinlerinin en basit imla hatalarıyla malül olduğunu göreceksiniz. Yıllardır, köşeleri işgal ve istila eden kerli ferli yazarların yapageldiği anlatım bozuklukları, yazının düçar olduğu fikri kıtlık�Sonra yine aynı yazarların şişkin şişkin vatan millet Sakarya edebiyatı yapmaları� Öz dilini yazmaktan, konuşmaktan, dinlemekten ve dahi okumaktan bu denli aciz bir millet!

Görsel medyanın hali daha acı. Türkçe'yi taciz eden okumuş yazmışımızı, Türkçe'nin düçar olduğu vehameti, "dil zaptiyeleri"ne emanet edip geçelim. Ama, geçerken, kendi halkı ve aydınlarının bile saygı duymadığı bir lisana, diğer milletler niye saygı duyup, öğrenmek istesinler ki gibi makul bir soruyu da soralım.

Dünyada her gün bir kaç dil ölüyor. Tek dilliliğe doğru dolu dizgin yol alınıyor. Şükür ki, Türkçe ölmeye yüz tutan dillerden biri değil, ama hızla kan kaybettiğinde de şüphe yok.

Batı üniversitelerinde, toplumlarında Türkçe'nin bir Polonca, bir Macarca ya da Endonozyaca kadar değeri ya var, ya da yok! Türkçe, şu an itibariyle talep görmeyen dillerden. Aynı dili konuştuğumuzu söylediğimiz Orta Asya Türki Cumhuriyetlerindeki Türkçe'yi, Türkiye'den bırakın halkı, kaç aydın anlayabilir! Önce kendi aramızdaki dilde birliği sağlayalım.

Bu, uzun ince bir yol, yıllara vabeste. Günümüz İngilizce'siyle günümüz Türkçe'sinin, edebiyat, bilim, ticaret dilleri olarak kabil- i kıyas değil. İngilizce fersah fersah ilerde. Dünyanın her yerinde harıl harıl işlenen, fkir, bilim, sanat, teknoloji üretilen İngilizce ile Türkçe arasında en azından bir asırlık fark var.



Eğer Türkçe Olimpiyatlarının içi, zamanla ehl-i kalem, mütefekkir şahsiyetlerle doldurulursa; yazı, hikaye, roman, tiyatro, şiir yazma yarışmaları da düzenlenirse, dünyanın her yerinde devasa Türk Dili Enstitüleri, Kültür Merkezleri yükselirse, işte o zaman Türkçe için çok daha iyimser konuşabiliriz.

Olimpiyatlarla ve farklı coğrafyalardaki okullarda okuyan binlerce öğrenci ile sadece Türkçe değil, Türkiye de hak ettiği konumu alacaktır. Böylesi uzun soluklu bir mefküreyi hitama erdirmek de, bir kaç çadırdan cihan devletleri bina etmiş çılgın bir milletin ahfadına nasip olacak gibi� Yeter ki onlar gönül dilleriyle konuşmaya devam etsinler.

Olimpiyat şarkısının son dizeleri de işte tam çileyi anlatıyor:

"Tohum gibi dünyaya serpilince,

Filizlenip boy verecek binlerce hece..."

Engin SEZEN / Kanada / Haber 7

engin.sezen@ocdsb.ca742520081229080314704.jpg



Sizde Beğendiğiniz e-postaları, kendi eserlerinizi, ilanlarınızı veya bizimle paylaşmak istediklerinizi naturelist@gmail.com mail adresine yollayabilirsiniz..

Reklammatik'le Reklam İzle sen de kazan!

Hostinginizi Alın Bir Villa Sahibi Olun

SüperTeklif'e üye ol, sen de kazan!

Hz.Muhammed_Tolstoy_Gizlenen_Kitap İNDİRR

Bacak Bacak Üstüne Atmayın!

Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizik Tedavi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Faruk Şendur, sırt ağrılarının kötü duruş, incinme, stres, hamilelik, yaşlılık ve aşırı kullanmadan kaynaklanabildiğini, düzgün oturmanın ilke edinilmesi halinde ise ağrıların azalacağını bildirdi. Prof. Dr. Şendur, sırt ağrılarının milyonlarca insanın ortak sorunu olduğunu, özellikle gelişmiş ülkelerde sırt sorunlarının önemli bir probleme dönüştüğünü ifade etti.




Nasıl oturmalı?


Prof. Dr. Şendur, sırtın vücuda destek olması nedeniyle önemsenmesi, düzgün oturmanın ilke edinilmesi gerektiğini söyledi. Sırt ağrılarının tedavi edilmemesi durumunda ''kronik'' soruna dönüşebildiğini belirten Prof. Dr. Şendur, ''Otururken öne doğru eğilmemeye dikkat edin. Omuzlarınız öne doğru gelmesin. Sürekli olarak omuzlarınızı geri itin ve midenizi içinize çekin. Böylece vücudun ağırlığını eşit olarak çeşitli bölgelere dağıtmış olursunuz'' dedi.




Bacak bacak üstüne atmak sakıncalı!


Prof. Dr. Şendur, oturma sırasında bacak bacak üstüne atmanın sakıncalı olduğunu, bu şekilde otururken hem bacaklardaki kan dolaşımının zorlaştığını, hem de sırtın olumsuz etkilendiğini ifade etti.


Ağırlık taşımanın da sırt ağrılarına neden olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Şendur, ''Alışverişten dönerken yükü bir elinizde taşımayın. İki ayrı çanta ya da torbaya eşit miktarda malzeme koyun ve öyle taşıyın. Sırtınız ve omuzlarınız arasında denge kurulmasını sağlamakla, sırt ağrısı çekmekten kurtulursunuz'' diye konuştu.




Oturuş alışkanlığı önemli


Ömer Faruk Şendur, oturuş şekliyle ilgili alışkanlıkların küçük yaşlarda edinildiğini, çocukların sırt ya da yüzüstü ders çalışmalarının sırt ağrılarını tetikleyeceğini belirterek, ''Boyun ve bele göre sırttaki omurlar daha az hareketlidir. Bu nedenle büyüme çağında kan dolaşım problemlerine ait omur düzeyindeki gelişim hastalıkları, en çok sırtta görülür'' dedi.




Yatmak ağrıyı geçirmez




Prof. Dr. Şendur, sırt ağrıları yüzünden yatak istirahati yapmanın da sorunu çözmeyeceğini vurguladı. Uzun süreli yatak istirahatinin sırta destek veren kasları zayıflatabildiğini bildiren Şendur, bu nedenle sadece yatarak ağrı geçirmeyi denemenin yanlış olacağını savundu. Prof. Dr. Şendur, şöyle devam etti: ''Stres ve gerginlik, sırt kaslarının gerilmesine neden olur. Bu nedenle haftada bir kez sırtınıza masaj yaptırın ya da yoga yapmayı öğrenin. Sırt kaslarının rahatlaması için bu önlemleri almak zorundasınız. Sırtın sağlıklı olabilmesi için doğru egzersizleri seçmek çok önemlidir. Yüzme ve yürüyüş sırt için ideal egzersizler olarak nitelendirilir. Yaşamımızın yaklaşık üçte birini uyuyarak geçirdiğimize göre, yatağımıza da dikkat etmemiz gerekiyor. Yatağınız kalçalarınızın ve omuzlarınızın rahat edebileceği şekilde olmalı.''


Sizde Beğendiğiniz e-postaları, kendi eserlerinizi, ilanlarınızı veya bizimle paylaşmak istediklerinizi naturelist@gmail.com mail adresine yollayabilirsiniz..

Reklammatik'le Reklam İzle sen de kazan!

Hostinginizi Alın Bir Villa Sahibi Olun

SüperTeklif'e üye ol, sen de kazan!

Hz.Muhammed_Tolstoy_Gizlenen_Kitap İNDİRR



Astım ve alerji belirtilerini azaltmak için evdeki havayı nasıl temizlersiniz?

Uzmanlar, evin içindeki havanın temiz olmasının alerjisi ve astımı olan insanların tedavi sürecinde önemli olduğunu söylüyorlar.

Alerjisi ve astımı olanlar için faaliyet gösteren Allergy & Asthma Network Mothers of Asthmatics (AANMA) isimli kuruluş, alerjenleri ve tahriş edici maddeleri azaltarak, evinizin havasını temiz tutmanız için size 5 öneri sunuyor.

1. Sigara içme: Aile üyelerinden ve evinize gelen misafirlerinizden sigara içmemesini isteyin.

2. Küf-rutubet: Lavaboların altını, duşun ve banyo küvetinin çevresini, pencere eşikleri ile nemli olabilecek tüm alanları araştırın. Suyun kaynağını bulun, orayı tıkayın ve gözle görünen küfü temizleyin. Bodrumlarda nem alıcı cihazlar kullanın.

3. Odayı havalandırın: Havalanmış, yıkanmış perdeler, çarşaflar, yatak örtüleri kullanın ve odanın her yerinin tozlardan ve alerjenlerden arındırılmış olmasını sağlayın.

4. Filtreli elektrik süpürgesi kullanın: Eğer süpürgenizde filtre yoksa, en kısa sürede bir tane filtreli elektrik süpürgesi edinin. Bu süpürgeler, odanızın havasındaki toz zerreciklerini, alerjenleri hapsediyor.

5. Klimanızın toz filtrelerini değiştirin: Klimalarınızı kullanmaya başlamadan toz filtresini değiştirin. Çünkü bu filtreler sizin daha iyi nefes almanızı sağlar.

Taj Mahal Eşsiz Fotoğrafları

Taç Mahal, Babür İmparatorluğunun 6. hükümdarı Şah Cihan -Şah-ı Cihan (Dünyanın şahı)-(1593-1666) tarafından, o zamanki imparatorluğun başkenti olan Hindistan'in Agra şehrinde, Jumna (Yamuna) Nehri'nin kıyısında yaptırılmıştır. (Babür Şah'ın kurduğu Hint-Türk İmparatorluğu, Hindistan'da 332 yıl (1526-1858) egemen oldu.)

Efsaneye gore yapimi bittikten sonra, turbe iscilerinin kollari ayni yapittan bir tane daha yapilmamasi icin kesilmistir. Bugun Hindistan'in en fazla turist ceken bolgesi. Ancak cevresinde olusan carpit yapilasma, bu tarihi yapitin gelecegini tehdit ediyor. Bulundugu sehrin bir cok noktasindan acikca gorulebilen Tac Mahal, Turk-Islam Mimarisi'nin en onemli yapitlari arasinda yer almaktadir.

Dünyada ask için dikilmiş en büyük ve en güzel anıt olarak kabul edilen bu türbe, Şah Cihan'ın büyük bir aşkla sevdiği eşi Arcümend Banu'nun, (Mümtaz Banu Begüm) doğum sırasında ölümü üzerine, onun hatırasına yaptırılmıştır.(Çocuk doğururken ölen kadınlar kutsaldır görüşüyle)

Yapının mimarları; Mimar Sinan 'ın talebelerinden Mehmet İsa Efendi ve Mehmet İsmail Efendi ile yapıdaki yazılari yazan Hattat Serdar Efendi, eserin yapimi için Şah Cihan tarafından İstanbul'dan davet edilmişlerdi.1630'da inşaasına başlanan eser, 22 yil sonra 1652'de tamamlanmıştır.

Taç Mahal'in yapımında parlak, ince mavi damarları olan beyaz mermer kullanılmistır. Aynı mermerden yapılan ve yerden yüksekliği 82 metre olan kubbe, Mimar İsmail Efendi tarafından yapılmıştır. Kubbe 1648 yılında tamamlanmıştır.

Kubbe üzerinde altınlı bir alem vardır. Türbenin beyaz mermerden 4 minaresi vardır. Anıtın dört yanına Hattat Serdar Efendi tarafından Yasin suresinin tamamı yazılmıştır.

Have a close look at

Have a close look at

Have a close look at

Have a close look at

Have a close look at

Have a close look at

Have a close look at

Have a close look at

Have a close look at

Have a close look at
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Blog Arşivi