Bu Site Sizin Sizde Yazınızı Gönderin

Evet bu siteye sizlerde yazılarınızı gönderebileceksiniz. Yapmanız gereken içerisinde link ve reklam olmayan yazılarınızı haberdaim@gmail.com adresine mail olarak göndermek.
Hepsi bu kadar. İyi Paylaşımlar
Dikkat edilmesi gerekenler;
Siteye cinsel içerikli, reklam içerikli paylaşımlarda bulunmak yasaktır.

30 Eylül 2011 Cuma

Evde çiçek bakımı nasıl yapılır?

Salon bitkilerinin bakımı için bir takım aletlere ihtiyaç vardır.

Saksı ve altlığı

Sulama kovası

Sprey (nemlendirmek için)

Gübre

Yosunlu destek çubuğu

Bahçe Makası

Parlatıcı sprey

Zararlı ve hastalıklar için ilaç
http://www.genelhaber.net/images/haberler/evde_cicek_bakimi_h36491.jpg
Salon bitkilerinizin suya olan ihtiyacını parmağınızı 2 cm kadar toprağa batırarak anlayabilirsiniz. Kuruysa sulamak gerekir. Kış mevsiminde çiçeklerin dinlenmesi için daha seyrek sulama yapılması gerekir.

Bitkilerin yapraklarını ayda bir kez nemli bir süngerle temizleyebilirsiniz. Parlatıcı sprey, büyük yapraklı bitkilerde kullanılabilir ancak, afrika menekşesi, aşk merdiveni ve çiçekli, tüylü yapraklı bitkilerde asla kullanılmaz.

Çiçeklerimizin saksı değişimi en iyi bahar aylarında olur. Bitki kökleri saksıdan dışarıya çıkmış ve toprak çabuk kuruyorsa saksı değişimi yapılmalıdır. Bunun için gerekli olan, değiştirilmesi gereken saksıdan bir büyük saksı ve biraz topraktır.

Yeni saksının içine bir kaç taş, biraz kum ve üzerine gübreli toprak koyduktan sonra eski saksıdaki çiçeğin toprağını dağıtmadan yeni saksıya yerleştiriniz ve yan boşlukları toprakla doldurunuz.

Saksıya çiçeği ve toprağı iyice yerleştirdikten sonra, uygun yerleşim yerine koyarak hemen sulamayı yapınız. Saksı değişimini yaparken, bahçeden aldığınız toprağı değil, iç mekan bitkileri için hazırlanmış karışım toprağı tercih ediniz.

Tarım Duyurularından Haberdar Olmak İçin Facebook Grubumuza Katılın



29 Eylül 2011 Perşembe

MİKRO DALGA BEYİN KONTROLÜ SİLAHLARI

Nurullah AYDIN

29 Eylül 2011- ANKARA

 

MİKRO DALGA BEYİN KONTROLÜ

 

Bir  çok kişi; gazetelerde, TV ekranlarında yer alan haber, yorum ve analizlere kuşkuyla bakmaktadır. Bir gün söylenenlerin ertesi gün rahatlıkla tersi söylenebilmektedir.

 

Yani kafa karışıklılığı hemen her kesimde var. Yönü, yolu ve rotası belirsiz bir süreç yaşanıyor. Bunda kuşkusuz ülkede etkin olanların birikimsiz, bilgisiz olması temel etken.  Neden ve niçin ise soruluyor. Türkiye’de olan bitenlere farklı bir açıdan bakmak gerek.

 

Bakın; 80'li yıllarda nükleer silâhlara karşı protesto eylemlerinde bulunan Greenham Genel Kadınları'na yapılan ve çok iyi bilinen uygulama var. Bunların, barış protestoları esnasında, mikrodalga ışımayla, yanıkları, şiddetli baş ağrılarını, göz hasarlarını, geçici felçleri ve kanseri de içeren çeşitli saldırı emarelerine maruz kaldıkları belgelenmiştir. Bunların bir çoğu saldırılar sebebiyle ölmüştür.

 

Halkın büyük çoğunluğu davranış kontrolü gayesiyle, kendilerine karşı bu silâhların kullanıldığından haberdar olmadığı için, bu, Uzaktan Beyin Kontrolü Silâhları çok güçlüdür.

 

İstihbarat Ajanları bu gerçeği iyi bilmektedirler ve bu sebeple de, bu bilgiyi toplumun gözünden uzak tutmak için ellerinden gelen her şeyi yapmaktadırlar.

 

İstihbarat Ajanları bu gerçeği açıklamak isteyen kişilerin de itibarını yok etmek için çaba sarf etmektedirler. Yıllardır yetkililer, Uzaktan Beyin Kontrolü silâhlarının varlığını inkar etmek için halka yalan söylediler.

 

A.B.D. Ordusu'nun Körfez Savaşi sırasında toplu halde Irak taburlarına karşı, Uzaktan Mikrodalga Beyin Kontrolü Silâhlarını kullandığı, medya (Discovery Kanalı) tarafından topluma açıklandı. Daha da önemlisi son günlerde Channel 4 televizyonunda yayınlanan

(Büyük Birader'in...... Sevgisi İçin) isimli belgeselde, İngiltere istihbarat ajanlarının toplumun bir bölümünü bu silâhlarla hedef aldığı gerçeği gösterildi.

 

İstihbarat ajanları bu öldürücü olmayan silâhların varlığını artık inkâr edememelerine rağmen, hâlâ bu silâhların, sürekli olarak ve artarak toplum üzerinde, Uzaktan Beyin Kontrolü Deneyi"nin Davranış Manipülasyon ve Suikast için kullanıldığını inkâr etmeye devam edeceklerdir.

 

Yalnızca toplumun büyük çoğunluğu sonunda bu gerçeği gördüğü zaman, bu askerî ve polis istihbarat hiyerarşisinin otoriteci ve vahşi zihniyetinin, toplumumuzu gizli olarak idaresi altına almasını önleyebilecek miyiz?

 

Uzaktan Beyin Kontrolü Silâhlarının varlığı ile ilgili gerçek aydınlığa çıktığı zaman, bunların bizim masum toplumumuza karşı kullanılmasını ilgilendiren gerçek de ortaya çıkacaktır. Bu yalnızca bir zaman meselesidir.

 

Birçok bilim adamı, Prenses Diana suikastının sadece, İngiliz ve Fransız istihbarat işbirliği ile yürütüldüğünü değil, fakat başarıya ulaşmak için ve başarı süresince, Uzaktan Beyin Kontrolü Silâhlarının sinsice yaygın olarak kullanıldığı konusunda iknâ olmuştur.

 

Waco: Büyük Yalan Devam Ediyor video belgeselinde, 130 erkek, kadın ve çocuğun sistematik olarak FBI/BATF ortak operasyonuyla katledildikleri zaman, Waco Teksaitak, Davidien Tarikatı katliamında kullanılan üç ayaklık Uzaktan Beyin Kontrolü

Silahlarını göstermektedir. Bu gerçeklerin delili Özgürlük Projesi/Project Freedom websitesinde sunulmaktadır.

 

Bu teknolojiyi kendi halkına rahatlıkla kullanan ABD ve İngiltere, sömürmek istedikleri diğer ülkelerde benzerini yapmıyor mu? ABD’nin dünya hakimiyet doktrininde kilit ülkeler; Ortadoğu’da Türkiye, Asya’da Pakistan, Afrika’da Kongo, Amerika’da Panama, Doğu Asya’da Güney Kore’dir. Bu ülke yöneticilerinin; zihinsel şekillendirme uygulamasından geçtiklerini göz ardı etmemek gerekir.

 

Türkiye’nin siyasetçilerin, akademisyenlerin, gazetecilerin halka yönelik konuşmalarına dikkat ediniz! Ve çevrenizde ülkeyle ilgili ahkam kesenlere bakınız! Onlar belki de çok yakınınızdadır.

 

Günün Sözü: İnsanı fesatlık kemirir, hasetlik götürür, gurur alçaltır, adalet yüceltir.


23 Eylül 2011 Cuma

DİL DUYARLILIĞI

DİL DUYARLILIĞI

‘Dilini yitiren milletler yaşama hakkını da yitimiştir.’ Yani her şey dilimize gerekli değeri vermemizle başlar. Türkçe’yi sevmek, onu doğru kullanmak ve geliştirmek, Türk insanının, özellikle aydınının en öncelikli görevidir. Zira milletlerin gelişmişlik seviyeleri dil ile ölçülür. Yani medeni olmanın ön koşulu dildir.

XX.yüzyılın başlarında gelişimini tamamlamış bir dil olan dilimiz bir dünya dili olmaya aday iken, nereden geldiği belli olmayan bir hain rüzgarın etkisiyle bir bozma akıldışılığına uğruyor. Türkçe‘nin bin yıllık geçmişine, deneyimine hücum edildi. Bir milleti tarihine bağlayan en güçlü unsur olan dil devre dışı bırakılmış oluyor ve milletimiz tarihsizleştirilmek isteniyordu böylece. Dilden atılan her kelime, milletin ruhundan atılan bir parçaydı sanki.

Türkçemiz en yetkin çağındayken canına kastedildi. Ölmedi! Ölmedi, ancak sakattır şimdi. Neredeyse her duvarda İstiklal Marşı ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi asılı; ancak bu anıt niteliğindeki eserler artık gençliğe seslenmiyor. Zira yitirilen dil zenginliğimiz nedeniyle bunları algılamak için özel bir çaba harcaması gerekiyor gençliğimizin. Yani Türk Gençliği bunları anlamadığı için, onun temsil ettiği değerleri de anlayamıyor ve tarih, şiir, milli duyarlılık, hamiyetperverlik, bağımsızlık…vb.. duygulardan yoksun yetişiyor.

Tarihi ile bağları koparılmış, anadilindeki en yetkin eserleri okuyamayan, okusa da anlayamayan bir milletten ne beklenebilir ki? Söyleyelim. Oynayacak bu millet; geleceğiyle, ülkesinin geleceğiyle oynayacak. Milletin ve memleketin ölüm kalım savaşı verdiği devirleri bir ninni gibi dinleyecek, ‘Türk’ün ateşle imtihanı‘ nı dinlemeye ise tenezzül dahi etmeyecektir. Dinlemediği ve zaten araştırmadığı için de kendi öz değerlerine yabancılaşacak ve içinde yaşadığı medeniyeti hor görür duruma gelecektir. Bunun sonunda da başkaları gibi olmaya çalışacak ve kendinden dahi uzaklaşacaktır.

İçinde yaşadıkları milletin büyük kişiliklerini tanımayan nesiller ise zamanla kendilerine sahte kahramanlar, boyalı kişilikler edineceklerdir. Bir dil zevki, duyarlılığı edinemeyen genç, okuduğu her alt alta yazılmış şeyi şiir zannedecek, kulak tırmalayan hoyrat ezgileri türkü veya şarkıdır diye dinleyecektir. Tehlike böylece büyüyecek ve sonunda bu millet yok olmanın eşiğine gelecektir. Ki zaten şöyle bir baktığımızda pek de bu gelişmelere uzak olmadığımız gözlenmektedir ve durum kaygı vericidir.

Durum böyle iken dilimizin geleceğini temin etme zorunluluğuna sahibiz. Türkçe’yi tarihiyle barıştırabilmeli, temiz, zengin dilimizi anlamaya, konuşmaya, okuyup, yazmaya yönlendirmeliyiz. Böylece de insanımız içinde yaşadığı uygarlığın zenginliklerini anlayacak ve nasıl bir tarihin sürdürücüsü olduğunu görecek ve şimdiye kadar imrenerek baktığı kartondan putlar gözünde bir bir yıkılacaktır.

Bir an önce ideolojik saplantılardan vazgeçilip, Türkçe evlerimizde, okullarımızda tarihi gelişimi de göz önünde bulundurularak sevgi ve sabırla öğretilmelidir. Türkçe’nin geleceği, sadece edebiyat öğretmenlerine terk edilemeyecek kadar önemlidir. Vatanını seven her öğretmenin en önemli görevi –dalı ne olursa olsun- öğrencilerine dil duyarlılığını aşılamak olmalıdır. Zira Türkçe’yi sevmek, Türkiye’yi sevmek demektir.

Emin olunmalıdır ki dil duyarlılığına yeterince önem verildiğinde şuan içinde bulunduğumuz pek çok sorun halledilmiş olacaktır. Türk Gençliği kendi özüne, kendi milli ülküsüne sarılacaktır.

Dil ve tarih bilinciyle: ‘…….yatağından çıkmış bir su örneği, çamurlara bulanan Türk Milleti ve Türk uygarlığı, tarihi yatağına girecek ve elbette engin denizlere erecektir.’ Sizi bilemem ancak ben bu görüşe tüm kalbimle inanıyorum ve bu uğurda bize ve tüm aydınlara büyük bir görev düştüğünün de bilincindeyim.

Dilimize sahip çıkalım, ülkemizi yok olmaktan kurtaralım…

ARZU KÖK

kok.arzu@gmail.com


22 Eylül 2011 Perşembe

Google +Siz uygulaması

Google'un bu sabah karşılaştığım +Siz uygulaması diğer paylaşım siteleri mantığında ama çok farklılıkları var. Google bundan öncede birkaç deneme yapmış ama başarılı olamamıştı. Bu paylaşım sitesi eksikliğini gidermesi gerekiyor yoksa Alexa sıralamasında ki birincilik koltuğunu hemen arkasından gelen ve nefesini hisettiren Facebook 2. sırada yer almakta çünkü.
+Siz uygulamasında facebook ve twitter gibi gruplamar yapıp istediğiniz kişileri "çevre"nize ekleyebiliyorsunuz. Gerçi bu gruplama işini en iyi yapan twitter. Twitter'in listeleri sayesinde gruplamalar yapıp bütün akışı değilde sadece belilediğiniz yayıncılarınkini izleyebiliyorsunuz. Google+ uygulamasında da bu ön plan görünüyor. Google bu listelere çevre adını vererek bir farklılık yapmaya çalışmış. Ama bu üç sosyal paylaşım sitesini karşılaştırdığımızda bu son uygulama daha çok facebook uygulamalarına benziyor. Sanıyorum facebook ile mevcut rekabeti birkat daha artıracak gibi gözükor. Google'un en büyük avantajı belirli bir potansiyeli olması. Yeni uygulamları hemen bir çok kullanıcıya duyurabiliyor. Buda rekabette elbetteki önemli bir unsur.
+Siz uygulamasında paylaşım alanında resim, video, içerik ve link paylaşabiliyorsunuz. Google'un +1 uygulaması da +siz uygulamasına dahil edilmiş. +Siz adıda biraz paylaşım mantığıyla alakalı aslında. Tüm alem burada +sizde buradasınız demek. +siz ile ile dahada çok artımız var demek.
Paylaşılan içeriklere yorum yapıp sizde paylaşabiliyorsunuz. Bir içeriğe kaç yorum yapıldığı ne kadar paylaşıldığı gibi bilgileride elbette bulmak mümkün. Yine bu uygulama ile google mail adresli arkadaşlarınız ile videolu sohbetlerde yapabiliyorsunuz.
Bakalım rekabet daha ne yenilikler getirecek.

16 Eylül 2011 Cuma

NEFİS MUHÂSEBESİ

NEFİS MUHÂSEBESİ
 
Büyük islâm âlimi imam-ı Muhammed Gazâlî [450] hicrî senesinde Tus şehrinde tevellüd etmiş, 505 [m. 1111] senesinde, yine orada vefât etmiştir. Yüzlerce
kitabı içinde, son yazdığı (Kimyâ-i saadet) ismindeki kitabında, dördüncü rüknün altıncı aslında, fârisî olarak buyuruyor ki:
 
Enbiyâ sûresi, kırkyedinci âyetinde meâlen, (Kıyâmet günü terâzî kuracağım. O gün, kimseye zulmedilmiyecektir. Herkesin, dünyada yapmış olduğu zerre kadar
iyilik ve kötülüklerini meydana çıkarıp, terâzîye koyacağım. Herkesin Hesabını yapmaya yetişirim) buyurdu. Bunu haber verdi ki, herkes dünyada kendi hesabına
baksın. Peygamberimiz buyurdu ki: (Akıllı şu kimsedir ki, günü dörde ayırıp, birincisinde, yaptıklarını ve yapacaklarını hesap eder. İkincisinde, Allahü
teâlâya münâcât eder, yalvarır. Üçüncüsünde, bir sanatte veya ticârette çalışıp, helâl para kazanır. Dördüncüsünde, istirâhat eder ve mubâh olan şeylerle
kendini eğlendirip, haram şeyleri yapmaz ve onlara gitmez). İkinci halîfe, Ömer-ül-Fârûk, [23 senesinde Medîne-i münevverede vefât etti. Hucre-i saadettedir]
buyurdu ki, hesabınız görülmeden evvel, kendinizi hesaba çekiniz! Allahü teâlâ, meâlen buyurdu ki: (Şehvetlerinizi, [yâni nefsin arzularını] haramlardan
almamaya uğraşınız ve bu cihâdda sebât ediniz, dayanınız!). Bunun içindir ki, din büyükleri, bu dünyanın bir pazar yeri gibi olduğunu ve burada, nefis
ile alış-verişte olduklarını anlamışlardır. Bu ticâretin kazancı Cennettir. Ziyânı da Cehennemdir. Yâni kârı, ebedî saadet, ziyânı da, sonsuz felakettir.
Bunlar nefslerini, ticâretteki ortak yerine koymuşlardır. Ortak ile, önce şartnâme yapılır, sözleşilir. Sonra, işlerine, sözünde durup durmadığına dikkat
edilir. Nihâyet hesaplaşılıp, hiyânet yapmışsa mahkemeye verilir. Bunlar da, nefsleri ile, bir ortak gibi, sıra ile şu işleri yaparlar: Şirket kurmak,
onu murâkabe edip gözetmek, muhâsebe, yâni hesaplaşmak, mu'âkabet yâni cezâlandırmak, mücâhede yâni onunla uğraşmak ve muâtebet yâni onu azarlamaktır:
 
1 - Birinci iş, şirket kurmaktır. Ticâret ortağı insanın para kazanmakta ortağı olduğu gibi, bâzan da, hıyânet yapınca, düşmanı olur. Hâlbuki, dünyada kazanılan
şeyler, muvakkattir. Aklı olan, buna kıymet vermez. Hattâ, bazıları, (Geçici olan hayr, sonsuz kalan şerden daha kıymetsizdir) dedi. İnsanın herbir nefesi,
kıymetli bir cevher gibidir ki, bunlardan bir hazîne yapılabilir. Asl bunu hesap etmek Îcap eder. Aklı olan kimse, hergün, sabah namazından sonra, hâtırına
hiçbirşey getirmeyip, ortağı olan nefsine demelidir ki: (Benim sermâyem, yalnız ömrümdür. Başka birşeyim yoktur. Bu sermâye, o kadar kıymetlidir ki, her
çıkan nefes, hiçbir şeyle tekrar ele geçemez ve nefesler sayılıdır, azalmaktadır. Ömr bitince, ticâret sona erer. Ticârete sarılalım ki, vaktimiz azdır
ve âhıret uzun ise de; orada ticâret ve kâr olmaz. Bu dünya günleri, o kadar kıymetlidir ki, ecel gelince, bir gün izin istenir, fakat ele geçmez. Bugün,
bu nîmet elimizdedir. Aman nefsim, çok dikkat et de, bu büyük sermâyeyi elden kaçırma! Sonra ağlamak, sızlamak, fayda vermez. Bugün, ecelin geldiğini,
daha bir gün müsâ'ade etmeleri için, yalvardığını, sızladığını ve sana, bir gün bağışladıklarını ve şimdi, o günde bulunduğunu farz et! O hâlde, bu günü
elden kaçırmaktan, bununla, saadete kavuşmamaktan daha büyük ziyân olur mu? Yarın ölecekmiş gibi, dilini, gözlerini ve yedi azanı haramdan koru!
 
Cehennemin yedi kapısı var, demişlerdir. Bu kapılar senin yedi uzvundur. Bu uzvları haramdan korumaz isen ve bugün ibâdet yapmaz isen, seni cezâlandırırım!
Nefis âsî, emirleri yapmak istemez ise de, nasihat dinler ve riyâzet yapmak, istediklerini vermemek, ona te'sîr eder. İşte nefis muhâsebesi böyle olur.
Resûlullah buyurdu ki, (Akıllı kimse, ölmeden önce Hesabını gören, ölümden sonra kendisine yarıyacak şeyleri yapan kimsedir). Bir kere de buyurdu ki: (Yapacağın
her işi, önce düşün, Allahü teâlânın râzı olduğu, izin verdiği bir iş ise, onu yap! Böyle değilse, o işten kaç!). İşte hergün, nefis ile böyle şartlaşmalıdır.
 
2 - İkinci iş, murâkabedir. Yâni, nefsi kontrol etmek, ondan gâfil olmamaktır. Ondan gâfil olursan, kendi şehvetlerine ve tenbelliğine döner. Allahü teâlânın,
her yaptığımızı, her düşündüğümüzü bildiğini unutmamalıyız. İnsanlar, birbirinin dışını görür. Allahü teâlâ ise, hem dışını, hem içini görür. Bunu bilen
bir kimsenin, işleri ve düşünceleri edebli olur. Buna inanmıyan kâfirdir. İnanıp, muhâlefet etmek ise, büyük cesarettir. Allahü teâlâ meâlen buyuruyor
ki: (Ey insân! Seni her ân gördüğümü bilmiyor musun?). Bir Habeş, Resûlullah efendimizin huzuruna gelip, (Çok günah işledim. Tevbem kabûl olur mu?) dedikte,
(Evet, olur) buyurdu. O günahları işlerken, O, görüyor mu idi? dedi; (Evet) buyurunca, Habeş, bir âh! çekti ve yıkılıp cân verdi. Îman ve hayâ böyle olur.
Peygamberimiz buyurdu ki, (Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet ediniz! Siz, Onu görmüyorsanız da, O sizi görüyor). Onun gördüğüne inanan, Onun beğenmediği
birşeyi yapabilir mi? Büyüklerden biri, bir talebesini, başkalarından daha çok severdi. Ötekiler, bu hâle üzülürdü. Her birine bir kuş verip, (Bunu, kimsenin
görmediği bir yerde kesip getiriniz) dedi. Hepsi tenhâ bir yerde kesip getirdi. O talebe ise, kesmeden getirdi. (Niçin sözümü dinlemedin, canlı getirdin?)
buyurdukta, (Kimsenin görmediği bir yer bulamadım. O, heryeri görüyor) dedi. Diğerleri, bunun müşâhede makamında olduğunu anladılar. Mısr mâliye nâzırının
zevcesi olan Zelîha, Yûsüf aleyhisselâmı, kendisine çağırınca, önce kalkıp büyük olduğunu sandığı, bir heykelin yüzünü örttü. (Bunu, niçin örttün?) buyurdukta,
ondan utandığım için, dedi. (Sen, bir taş parçasından utanıyorsun da, ben yerleri ve yedi kat gökleri yaratan, Rabbimin görmesinden utanmaz mıyım?) buyurdu.
Biri, Cüneyd-i Bağdâdîden (207-298 [m. 910] Bağdâdda) sorup, (Sokakta, kadınlara, kızlara bakmaktan kendimi men edemiyorum. Bu günahtan kurtulmak için
ne yapayım?) dedikte, (Allahü teâlânın seni, senin o kadını görmenden daha çok gördüğünü düşün!) buyurdu. Peygamberimiz buyurdu ki: (Allahü teâlâ, Adn
ismindeki Cenneti, şu kimseler için hazırladı ki, günah işliyecekleri zaman, Onun büyüklüğünü düşünüp, Ondan hayâ ederek, günahlardan kaçınırlar).
 
[Kadınların, saçları, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkmaları haramdır. Îmanı olan kadınlar, Allahü teâlânın gördüğünü düşünmeli, yabancı erkeklere
çıplak görünmemelidir]. Abdüllah ibni Dînâr diyor ki, Ömer ile Mekke-i mükerremeye gidiyorduk. Bir çoban sürüsünü dağdan indiriyordu. Halîfe buyurdu ki,
bu koyunlardan birini bana sat! Ben köleyim. Bunlar benim malım değil, dedi. Efendin ne bilecek, kurt kaptı dersin! O bilmezse, Allahü teâlâ biliyor ya,
deyince, Ömer, ağladı ve efendisini bulup, bu köleyi satın aldı ve âzâd etti ve (Bu sözün, seni bu dünyada âzâd ettiği gibi, o cihânda da âzâd eder) buyurdu.
 
3 - Üçüncü iş, amellerden sonra yapılacak muhâsebedir. Her gün yatarken, o gün yaptığı işler için nefsi hesaba çekmeli, sermâyeyi, kârdan ve zarardan ayırmalıdır.
Sermâye farzlardır. Kâr da, sünnetler ve nâfilelerdir. Ziyân ise, günahlardır. İnsan, ortağına aldanmamak için, onunla hesaplaştığı gibi, nefse karşı daha
uyanık davranmak lâzımdır. Çünkü nefis, çok hîleci ve yalancıdır. Kendi arzularını, sana iyi, faydalı gösterir. Her mubâhı bile sormalı, bunu niçin yaptın
demelidir. Zararlı birşey yaptı ise, tazmîn ettirmeli, ödetmelidir. İbnissamed, büyüklerden idi. Altmış hicrî senelik hayatının Hesabını yaptı. Yirmibirbinbeşyüz
gün idi. Âh! Her gün, en az, bir günah yapmış isem, yirmibirbinbeşyüz günahtan nasıl kurtulurum? Hâlbuki, öyle günlerim oldu ki, yüzlerce günah işlerdim,
diye düşünerek, bir feryâd edip yıkıldı. Baktılar, ruhunu teslim etmişti.
 
Fakat, insanlar, kendilerini hesaba çekmiyorlar. Eğer her günah işledikte, odasına bir kum koysa, bir kaç sene içinde oda kum ile dolar. Eğer, omuzlarımızdaki
kâtib melekler, her günahı yazmak için, bir kuruş isteseydi, malımızın hepsini vermemiz lâzım gelirdi. Hâlbuki, gaflet ile, çeşidli düşünceler ile, birkaç
sübhânallah desek, tesbîhi alır, sayar, yüz kere söyledim deriz de, her gün boşuna, nice şeyler söyleriz, bunları saymayız. Saymış olsak, her gün, binleri
aşar. Sonra da, terâzîde sevap kefesinin ağır basacağını umarız. Bu nasıl akıldır. İşte, Ömer, bunun için buyurdu ki: (Amelleriniz tartılmadan evvel, kendiniz
tartınız!). Ömer her akşam, kamçı ile ayaklarına vurup, bugün niçin böyle yaptın? derdi. İbni Selâm odun yüklenmiş taşıyordu. Sen hammal mısın? dediklerinde,
nefsimi tecrübe ediyorum, bakalım nasıl olacak, dedi. Enes [91 de vefât etti] diyor ki, Ömeri gördüm, kendi kendine diyordu ki, (Yazıklar olsun sana ey
nefsim ki, sana, emîr-ül-müminin diyorlar. Yâ Allahü teâlâdan kork veya Onun azâbına hazırlan!).
 
4 - Dördüncü iş, nefse cezâ yapmaktır. Nefis ile hesap yapıp, kusurlarını görüp, cezâ verilmez ise, cesaret bulur, şımarır. Kendisi ile başa çıkılamaz.
Şüpheli şey yimiş ise, aç bırakmalı, yabancı kadınlara bakmış ise, iyi mubâhlara baktırmamalı. Her azaya böyle cezâ vermelidir. Cüneyd-i Bağdâdî (298 [m.
910] de Bağdâdda vefât etti) diyor ki, (İbnil Kezîtî, bir gece cünüb oldu. Gusletmeye kalkarken, nefsi tenbellik etti ve hava soğuk, hasta olursun, sabr
et, yarın hamama git dedi. Antâri ile gusletmeye yemin eyledi. Öyle yaptı ve Allahü teâlânın emrinde gevşeklik yapan nefsin cezâsı budur, dedi.
 
Birisi, bir kıza baktı, sonra pişman olup, cezâ olarak serin su içmemeye yemin etti ve içmedi. Ebû Talha bağında namaz kılıyordu. Güzel bir kuş, yanına
kondu. Ona dalarak, kaç rekât kıldığını şaşırdı. Nefsine cezâ olarak, bağı fakirlere sadaka verdi. [Ebû Talha Zeyd bin Sehl-i Ensârî bütün gazâlarda bulundu.
(34) yılında 74 yaşında vefât etti.] Mâlik bin Abdüllah-il Hes'amî diyor ki, Rebâhül Kaysî gelip babamı sordu. Uyuyor dedim. İkindiden sonra yatılır mı
dedi ve gitti. Arkasından gittim. Kendi kendine: Ey boşboğaz! Senin nene lâzım ki, başkasının yatmasına karışırsın. Ahdım olsun ki, bir sene başını yastığa
koymıyacaksın, diyordu. Temîm-i Dârî uykuya dalıp, akşam namazını kaçırmıştı. Nefsine cezâ olarak, bir sene uyumamaya ahd etti. [Temîm-i Dârî Eshâb-ı kirâmdan
idi.] Mecma' büyüklerden idi. Bir pencereye bakarak, bir kız gördü. Bir daha yukarı bakmamaya ahd etti.
 
5 - Beşinci iş, mücâhededir ki, bazı büyükler, nefsleri kabahat yapınca, cezâ olarak çok ibâdet ederlerdi. Abdüllah ibni Ömer bir namazda, cemaate yetişmeseydi,
bir gece uyumazdı. Ömer, bir cemaati kaçırdığı için, ikiyüzbin dirhem gümüş kıymetindeki bir malı sadaka verdi. Abdullah ibni Ömer, bir akşam namazını
geciktirmişti. Hava kararıp iki yıldız görünmüştü. Bu kadar geciktirdiği için, iki köle âzâd eyledi. Böyle yapanlar çoktur. Nefsine ibâdetleri seve seve
yaptıramıyan kimseye en iyi ilâc, sâlih bir zâtın yanında bulunmaktır. Onun ibâdetleri zevk ile yaptığını görerek, kendi de alışır. Birisi diyor ki, ibâdet
yapmak için, nefsimde tenbellik gördüğüm zaman, Muhammed bin Vâsî ile sohbet ediyorum. [Muhammed bin Vâsî 112 [m. 721] de vefât etti.] Onunla birlikte
bulunmakla, nefsimin bir hafta içinde, ibâdetleri seve seve yaptığını görüyorum. Bir Allah adamını bulamıyanlar, daha evvel yaşamış, sâlih insanların hayatını
okumalıdır. Ahmed bin Zerîn bir tarafa bakmazdı. Sebebini sordular. Allahü teâlâ, gözleri, dünyadaki intizâma, her şeydeki inceliklere ve Onun kudret ve
azametine ibret ile bakmak için yarattı. İbret almadan, istifâde etmeden bakmak hatâdır dedi. Ebüdderdâ diyor ki, dünyada, üç şey için yaşamak isterim:
Uzun gecelerde namaz kılmak için, uzun günlerde oruç tutmak için ve sâlih kimselerin yanında oturmak için. [Ebüdderdâ Eshâb-ı kirâmdandır. Hazrec kabîlesindendir.
Şâmda ilk vâlî idi. (33) de vefât etti.] Alkama bin Kays nefsi ile çok mücâhede ederdi. Nefsine neden bu kadar azâb ediyorsun? dediklerinde, onu çok sevdiğim
için, onu Cehennemden korumak için derdi. Sana bu kadar sıkıntı emrolunmadı dediklerinde, yarın başımı dövüp, niçin yapmadım dememek için, cevabını verirdi.
[Alkama, Tâbiînin büyüklerindendir. İbni Mes'ûdün talebesidir. Altmışbirde vefât etti.]
 
6 - Altıncı iş, nefsi tektîr etmek, azarlamaktır.
 
Nefis yaratılışta iyi işlerden kaçıcı, kötülüklere koşucudur ve hep tenbellik etmek ve şehvetlerine kavuşmak ister. Allahü teâlâ, bizlere, nefslerimizi,
bu huyundan vazgeçirmeği, yanlış yoldan, doğru yola çevirmeyi emir buyuruyor. Bu vazîfemizi başarabilmek için, onu bâzan okşamamız, bâzan zorlamamız ve
bâzan söz ile, bâzan da iş ile, idare etmemiz lâzımdır. Çünkü, nefis, öyle yaratılmıştır ki, kendine iyi gelen şeylere koşar ve buna kavuşmakta iken rastlıyacağı
güçlüklere sabr eder. Nefsin, saadete kavuşmasına mani olan en büyük perde, gafleti ve cehâletidir. Gafletten uyandırılır, saadetinin nelerde olduğu gösterilirse,
kabûl eder. Bunun içindir ki, Allahü teâlâ, Zâriyât sûresinde, meâlen, (Onlara nasihat et! Nasihat, müminlere elbette fayda verir) buyurdu. Senin nefsin
de, herkesin nefsi gibidir. Nasihat ona te'sîr eder. O hâlde önce kendi nefsine nasihat et ve onu azarla! Hattâ, onu azarlamaktan hiç geri kalma! Ona de
ki: Ey nefsim! Akıllı olduğunu iddiâ ediyorsun ve sana ahmak diyenlere kızıyorsun. Hâlbuki, senden daha ahmak kim var ki, ömrünü boş şeylerle, gülüp eğlenmekle
geçiriyorsun. Senin hâlin, şu kâtile benzer ki, polislerin, kendisini aradıklarını ve yakalayınca, idam edeceklerini bildiği hâlde, zamanını eğlence ile
geçiriyor. Bundan daha ahmak kimse olur mu? Ey nefsim! Ecel sana yaklaşmakta, Cennet ve Cehennemden biri, seni beklemektedir. Ecelinin, bugün gelmiyeceği
ne mâlûm? Bugün gelmezse, bir gün elbette gelecek. Başına gelecek şeyi, geldi bil! Çünkü, ölüm kimseye vakit tâyîn etmemiş ve gece veya gündüz, çabuk veya
geç, yazın veya kışın gelirim dememiştir. Herkese ânsızın gelir ve hiç ummadığı zamanda gelir. İşte ona hazırlanmadın ise, bundan daha büyük ahmaklık olur
mu? O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
 
Günahlara dalmışsın. Allahü teâlâ, bu hâlini görmüyor sanıyorsan, kâfirsin! Eğer gördüğüne inanıyorsan, çok cüretkâr ve hayâsızsın ki, Onun görmesine önem
vermiyorsun! O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
 
Hizmetçin sana itaat etmezse, ona nasıl kızarsın! O hâlde, Allahü teâlânın sana kızmıyacağından nasıl emîn oluyorsun! Eğer Onun azâbını hafîf görüyorsan,
parmağını aleve tut! Yâhut, kızgın güneş altında bir saat otur! Yâhut da, hamam halvetinde fazlaca kal da, zavallılığını, dayanamıyacağını anla! Yok eğer,
dünyada yaptıklarına cezâ vermiyecek sanıyorsan, Kur'an-ı kerime ve yüzyirmidörtbinden ziyâde Peygambere inanmamış oluyorsun ve hepsini yalancı yapmış
oluyorsun. Çünkü, Allahü teâlâ, Nisâ sûresinin yüzyirmiikinci âyetinde meâlen, (Günah işliyen, cezâsını çekecektir) buyuruyor. Kötülük eden, kötülük görür.
O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
 
Günah işleyince, O kerimdir, rahîmdir, beni affeder diyorsan, dünyada, yüzbinlerce kişiye niçin zahmet, açlık ve hastalık çektiriyor ve tarlasını ekmiyenlere
mahsûlünü vermiyor! Şehvetlerine kavuşmak için, her hîleye baş vuruyorsun ve o vakit Allahü teâlâ kerimdir, rahîmdir, istediklerimi zahmetsiz bana gönderir
demiyorsun. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
 
Belki inandığını, fakat sıkıntıya gelemiyeceğini söyliyeceksin. Fazla sıkıntıya dayanamıyanların, az bir zahmet ile, bu sıkıntıyı önlemeleri lâzım olduğunu,
Cehennem azâbından kurtulmak için, dünyada zahmete katlanmanın farz olduğunu, demek ki bilmiyorsun. Bugün dünyanın bir miktâr zahmetine dayanamazsan, yarın
Cehennem azâbına ve âhıretteki zillet ve alçaklığa ve tard olmaya, kovulmaya nasıl dayanacaksın? O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
 
Para kazanmak için çok zahmet ve aşağılıklara katlanıyor ve hastalıktan kurtulmak için, bir yahudi doktorun sözü ile, bütün şehvetlerinden vazgeçiyorsun
da, Cehennem azâbının, hastalıktan ve fakirlikten daha acı olduğunu ve âhıretin dünyadan çok uzun olduğunu bilmiyorsun. O hâlde, yazıklar olsun sana ey
nefsim!
 
Sonra tevbe ederim ve iyi şeyler yaparım diyorsan, ölüm daha önce gelebilir, pişman olup kalırsın. Yarın tevbe etmeği, bugün etmekten kolay sanıyorsan,
aldanıyorsun. Çünkü tevbe, geciktikçe zorlaşır ve ölüm yaklaşınca, hayvana yokuş önünde yem vermeye benzer ki, faydası olmaz. Senin bu hâlin, şu talebeye
benzer ki, dersine çalışmayıp, imtihan günü hepsini öğrenirim sanır ve ilim öğrenmek için, uzun zaman lâzım olduğunu bilemez. Bunun gibi, pis nefsi temizlemek
için de, uzun zaman mücâhede etmek lâzımdır. Ömür, boşuna geçince, bir ânda, bunu nasıl yapabilirsin? İhtiyârlamadan önce gençliğin, hasta olmadan önce
sıhhatin ve sıkıntı çekmeden önce rahatlığın ve ölmeden önce hayatın kıymetini niçin bilmiyorsun? O hâlde yazıklar olsun sana ey nefsim!
 
Kışın muhtaç olacağın şeylerin hepsini, niçin yazdan hazırlayıp hiç geciktirmiyorsun ve bunları elde etmek için, Allahü teâlânın merhametine, ihsânına güvenmiyorsun?
Hâlbuki Cehennemin zemherîri, kışın soğuğundan az değildir ve ateşinin sıcaklığı, temmuz güneşinden aşağı değildir. Bunların hazırlığında, hiç kusur etmiyorsun
da, âhıret işlerinde gevşek davranıyorsun. Bunun sebebi nedir? Yoksa âhıret ve kıyâmet gününe inanmıyor musun ve kalbindeki bu küfrü, kendinden de mi saklıyorsun?
Bu ise, ebedî felaketine sebebdir. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
 
Marifet nûrunun himâyesine sığınmayıp da, öldükten sonra, şehvet ateşinin, cânını yakmasından, Allahü teâlânın lütfü ve merhameti ile kurtulacağını sanan
bir kimse, kalın elbisesinin himâyesine girmeden, kışın soğuğunun, Allahü teâlânın lütfü ile kendisini üşütmiyeceğini sanan kimseye benzer. Bu kimse, bilemiyor
ki, Allahü teâlâ, birçok faydaları sağlamak için, kışı yaratmış ise de, lutf ve merhamet ederek, elbise yapılacak şeyleri de yaratmış ve insanlara, elbise
yapmak için akıl ve düşünce vermiştir. Yâni, Onun ihsânı, elbise te'mînini kolaylaştırmakta olup, elbisesiz üşümemek şeklinde değildir. O hâlde, yazıklar
olsun sana ey nefsim!
 
Günahların Allahü teâlâyı kızdırdığı için, azâb çekeceğini zannetme ve günahlarımın Ona ne zararı var ki, bana kızıyor deme! Zannettiğin gibi değil. Seni
yakacak olan Cehennem azâbı, senin içinde ve şehvetlerinden meydana gelmektedir. Nitekim, insanın hastalığı, yidiği zehirden ve içine giren zararlı şeylerden
meydana gelmekte olup, tabîbin sözlerini dinlemediği için, onun kızmasından hâsıl olmuyor. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
 
Ey nefsim! Anladım ki, dünyanın nîmetlerine ve lezzetlerine alışmışsın ve kendini onlara kaptırmışsın! Cennete ve Cehenneme inanmıyorsan, bâri ölümü inkâr
etme! Bu nîmet ve lezzetlerin hepsini senden alacaklar ve bunların ayrılık ateşi ile yanacaksın! Bunları istediğin kadar sev, istediğin kadar sıkı sarıl
ki, ayrılık ateşi, sevgin kadar çok olur. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
 
Dünyaya niye sarılıyorsun? Bütün dünya senin olsa ve dünyadaki insanların hepsi sana secde etse, az zaman sonra sen de, onlar da toprak olacaksınız! İsmleriniz
unutulacak, hâtırlardan silinecek. Geçmiş pâdişâhları hâtırlayan var mı? Hâlbuki sana dünyadan az birşey vermişler. O da bozulmakta, değişmektedir. Bunlar
için, sonsuz Cennet nîmetlerini feda ediyorsun. O hâlde, yazıklar olsun sana ey nefsim!
 
Bir kimse, kıymetli ve sonsuz dayanıklı bir mücevheri verip, bununla, kırık bir saksı satın alırsa, ona nasıl gülersin? İşte dünya, alınan saksı gibidir.
Onu kırıldı bil ve ebedî cevheri, elinden çıktı bil ve sana pişmanlık ve azâb kaldı bil!
 
Bunlar ile ve bunlar gibi sözlerle, herkes nefsini azarlıyarak, kendi hakkını ödemeli ve nasihate, önce kendinden başlamalıdır! Allahü teâlâ, doğru yolda
gidenlere selâmet ihsân buyursun! Âmîn.

9 Eylül 2011 Cuma

Alevilik

"ALEViLiK" DERS KiTAPLARINDA
 
M.Emin PARLAKTÜRK
parlakturk@yahoo.com
 
Bilgiden korkmamak lazım, çünkü bilgiden ancak cahiller korkar.
Ve bu cahillik; Allah, Kitap, Din, Peygamber gibi konularda yanlış algı ve inançlara yol açar.
Bilgiden korkanlar, tam aksine Allah'tan korkmazlar. Çünkü, kişi bilmediğinin düşmanıdır.
Allah'tan korkanlar ise, alimlerdir.
Bu korku; yalın, kuru, adî, kaba bir korku değildir..
Bu korku, Allah sevgisinden mahrum olma duygusudur.
Bu korku; Allah'ın rahmetinden, merhametinden uzak kalma tehlikesidir.
Bu korku; O'nun azabına, gazabına uğramaktan korkma endişesidir.
Bu korku; Ahirette, kulunun yüzüne bakmama, onu kendi haline terk etme handikabıdır.
Bir insan için bundan daha büyük korku olabilir mi?!
Korkuyu yenmenin, korkudan uzak durmanın biricik formülü; Allah'ın "el-Alim" sıfatına talip olup gerçek bilgiyi öğrenme ve gereğince yaşama gayretidir.
İslam dini, ilme bunun için büyük önem vermiştir.
Bu yüzden, alimlerin mürekkebini şehitlerin kanından üstün tutmuştur.
Esirlerin kurtuluş fidyesini mala-mülke, paraya-pula değil, okuma-yazma öğretmeye bağlamıştır.
***
Tarih boyunca "bilgi" diye anlatılan hurafe, efsane ve hikayeler; ne yazık ki, toplumları birbirine düşürmeye yetmiştir.
Peygamberleri en çok meşgul eden de, bu gerçek dışı batıl bilgiler olmuştur.
Toplumdaki bu bilgi kirliliğini temizlemek hem zor olmuş, hem zaman almıştır.
Bugün de, bu batıl inançlar ve yanlış bilgiler, insanları etkilemeye devam ediyor.
Bunların yerine ilahi vahiy ve doğru bilgiler öğretilmedikçe, bu etki devam edecektir.
Milli Eğitim, ilk defa bu yıl ders kitaplarına "Alevilik" konusunu almış.
İsabetli bir karar olduğunu düşünüyorum.
Bilgiden korkmamak lazım, dememin sebebi de bu.
Umarım, kendilerini "alevi" diye tanıtan pek çok kişinin evlâdı, aleviliğin ne olup olmadığını böylece öğrenmiş olacak, bu bilgiyle yetişeceklerdir.
Bu vesileyle bir hatıramı anlatayım:
İzmir Kınık'ta görevli iken bir alevi köyün muhtar ve heyetiyle karşılaşmıştım.
Kendilerinin "alevi" olduğunu söyleyerek benimle aralarına mesafe koymak istediler.
Dedim ki; "Alevilik; Hz.Ali'yi sevmek ve onun yolunda gitmek değil midir?"
Hep bir ağızdan "evet" dediler.
"Vallahi dedim, eğer buysa Alevîlik, ben sizden daha fazla Aleviyim."
Hepsi şaşırmışlardı ve devam ettim:
"Hz.Ali, daha çocukken Rasülullah'a tabi oldu. Namazını hiç geçirmedi, içki içmedi, haram yemedi, iffetliydi, çokça oruç tutar,  bolca ibadet ederdi, hafızdı, Kur'an'ı çok okur, ayetleri tefsir ederek insanları aydınlatırdı, o ilmin kapısıydı..." dedikten sonra sordum:
"Gerçekten siz, Hz.Ali'nin bu özelliklerinden hangilerini yerine getiriyorsunuz da biz "aleviyiz" diyorsunuz?.. Gerçekten onu sevdiğinize ve onun yolundan gittiğinize inanıyor musunuz?"
Tahmin edersiniz ki, bu soruya verebilecekleri cevapları yoktu ve olmadı.
Çünkü onlar, Hz.Ali'yi elindeki "Kur'an"la ve "ilim"le değil, elindeki "Zülfikâr"la ve "cenk"leriyle tanımışlardı.
Yıllarca anlatılan efsaneler ve masallar, onların dinini ve kültürünü oluşturmuştu.
***
İbn İshak'ın naklettiğine göre, Kureyş'in ileri gelenleri yaptıkları bir toplantıda Hz.Peygamber'e (a.s) yöneltilen bütün suçlamaların asılsız olduğunu ikrar ve itiraf etmişlerdi.
Bir gün müşriklerden Nadr b. Haris arkadaşlarına hitaben:
"Siz bu metotlarla Muhammed'i alt edemezsiniz. O genç bir adamken onu aranızda en iyi huylu kimse olarak kabul ediyor ve onu en doğru ve şereflimiz diye saygı duyuyordunuz. Şimdi ise, olgunluk yaşına ulaştı ve siz ona: 'büyücü, kahin, şair, büyülenmiş mecnun' diyorsunuz. Tanrıya andolsun ki, o bir büyücü değildir, çünkü biz sihirbazların ne tür insanlar olduklarını ve ne tür hilelere başvurduklarını iyi biliriz. O bir kahin de değil, çünkü biz kahinlerin tahmine dayalı bilgilerinden de haberdarız. O bir şair de değil, çünkü şiir sanatı onun sözlerinin şiir sınıfına dahil edilemeyeceğini ortaya koyar. O bir mecnun da değil, çünkü biz mecnunların ne kadar saçma ve anlamsız şeyler söylediklerini biliyoruz. O halde ey Kureyş uluları, onu alt etmek için başka bir plan bulalım" dedi.
Ve kendisi bir teklif getirerek; bundan sonra insanların dikkatini Kur'an'dan başka tarafa çevirmek için Rüstem ve İsfendiyar gibi İran kültürüne ait hikayeleri toplumda yayma önerisinde bulundu.
Bu teklif kabul edilince, planı uygulamaya koydular ve Nadr b.Haris bu hikayeleri insanların toplu bulundukları yerlerde anlatmaya başladı.
Amaç; anlatılan bu hikaye, efsane ve destanlarla, insanları Kur'an'dan uzaklaştırmak, gerçekleri öğrenmelerine engel olmaktı.
Umarız, ders kitaplarına konulan "Alevilik" bilgileri, cenk efsanelerinin yerine Kur'an gerçeklerinin öğrenilmesine vesile olur.  
 
 

YAZI Alevilik ders kitaplarinda

Sitenizde yayınlanmak üzere "Alevilik Ders Kitaplarında" başlıklı yazım eklidir. Saygılarımla.M.Emin Parlaktürk.

7 Eylül 2011 Çarşamba

Hangi Vitaminlere İhtiyacınız Var?




Hangi vitaminlere ihtiyacınız olduğunu hiç düşündünüz mü? İhtiyacınız olan besinleri nereden bulabilirsiniz? İhtiyacınız olan ve folik asit, krom ve flavonoid içeren vitamin ve besinlerin kaynaklarını burada öğrenebilirsiniz. Aşağıdaki vitamin tablosunu kullanarak diyetinizi daha sağlıklı yapabilir ve bedeninize ihtiyacı olan vitamin ve besinleri sağlayabilirsiniz.




Yararları: A vitamini, sağlıklı görmeye özellikle gece görüşünde, ve diş ve dişetleri sağlığınıın korunmasına yardımcı olan, ve saç, cilt, sinirler ve mukus zarlarının daha güçlü olmasını sağlayan bir antioksidandır. A vitamini ayrıca bağışıklık ve yenilenme fonksiyonlarına da yardımcı olur. Beta karoten formunda en fazla 2,500-3,000 IU A vitamini içeren bir multivitamin tercih etmelisiniz, beta karoten diğer A vitamini formlarından daha az toksik yapıdadır. Günde 8,000 IU'dan fazla A vitamini almamalısınız. Örnek Besinler: Havuç, pişmemiş, bir adet orta boy , Tatlı patates, kızartma veya haşlanmış, yarım orta boy , balkabağı, konserve, bir kase, zenginleştirilmiş kepek veya buğday gevreği, 20 gram...





Yararları: B6 vitamini homosistein seviyesini düşürmenin yanı sıra, yağların, karbonhidratların ve proteinlerin parçalanmasına yardımcı olur, böylece bu besin öğeleri kolayca absorbe edilir. B6 vitamini ayrıca alyuvar oluşumunda, antikor üretimi, ve normal sinirsel fonksiyonlarda önemli bir role sahiptir. Günde 3.7 mg B6 vitamini alırsanız, Gerçek Yaşınızı gençleştirmek konusunda önemli bir adım atmış olursunuz. Örnek Besinler: Tavuk, kızarmış yağsız, derisiz, 100 gram, Muz, bir adet orta boy , Domates püresi, 1/2 kase, Ay çekirdeği,1/4 kase , Pastırma, 60 gram, Enginar, bir adet büyük, Tatlı patates, 1/5 kase...





B12 vitamini homosistein seviyesini düşürür ve alyuvarların, sinirlerin, ve genetik materyallerin üretimine yardımcı olur. B12 vitamini sadece hayvansal ürünlerde bulunur, bu nedenle vejeteryanların tablet vitaminlere ihtiyacı olabilir. Bedeninizin B12 vitaminine çok ihtiyacı yoktur – günde sadece 25 mikrogram (mcg). Bu miktardan daha fazlası da olabilir, ancak bazı insanların B12 vitamininin absorbe edilmesiyle ilgili sorunları olabilir, bu kişilerin günde en az 800 mcg alması gerekir. Bu miktar ise ek vitaminlerle karşılanabilir. Örnek Besinler: Somon balığı, 1/2 kase, Ton balığı, 1/2 kase , Kuzu eti, pirzola, bacak veya omuz, 60 gram, Zenginleştirilmiş kepek veya buğday gevreği, 20 gram, Karışık gözleme, 0.6 cm ,Yoğurt, 160 gram ,Süt, 1 bardak...




Beta karoten pek çok meyve ve sebzede bulunan bir çeşit karotenoiddir. Beta karotene hayatın devamı için ihtiyaç duyulmaz ancak hastalıkların önlenmesinde güçlü bir etkisi vardır ve vitamine benzer. Bedeniniz beta karoteni A vitaminine dönüştürür. Örnek Besinler: Beta karoten için en iyi kaynak meyvelerdir, örneğin kayısı, şeftali, ve mango, kurutulmuş erik, kantalup, ve nektarin.





D vitamini kalsiyumla birlikte kemiklerin güçlenmesini sağlar. Kalsiyum emilimine yardımcı olur, bu nedenle kalsiyum aldığınız zaman demir almayı da ihmal etmemelisiniz. D vitamini, en yaygın artrit çeşidi olan osteoartiritin önlenmesini sağlar, ve bazı kanser türleri riskini azaltır. D vitaminini almak için iki yol vardır—yiyeceklerden ve güneşten. En güvenli yol yiyeceklerden ve ek vitaminlerden yeterli miktarda almaktır. Eğer yaşınız 70'den azsa, günde 400 IU D vitamini almalısınız, 70 yaşın üstündeyseniz günde 600 IU D vitamini almanız gerekir. Örnek Besinler: Uskumru, yumurta, tahıl gevreği, mısır gevreği, kuru üzüm...





E vitamini hücrelerinizi dışarıdan gelebilecek zararlara karşı koruyan bir antioksidandır. E vitamini, kötü kolesterolün (LDL) arter duvarlarına bağlanmasını önler, kalp krizi riskini azaltır. E vitamini ayrıca, kanı incelterek pıhtılaşma olmasını engeller. Bazı göz bozukluklarının tedavilerinde yardımcı bir vitamindir. Örnek Besinler: Badem, 20 gram , Fındık, 20 gram , Tatlı patates, Bir adet orta boy, Yalancı safran yağı, 1 yemek kaşığı, Yer fıstığı yağı, 1 yemek kaşığı , Kuşkonmaz, dört adet ,Mısır yağı, 1 yemek kaşığı....





Flavonoidler vitaminlere benzerler—biyolojik fonksiyonları hızlandırırlar ve antioksidan etkisine sahiptirler. Bazı flavonoidler, kanser oluşturma potansiyeline sahip bazı bileşiklerin zararsız bileşiklere dönüştürülmesini sağlayan enzimlere yardımcı olurlar. Örnek Besinler: Yabanmersini, 1 kase , Yabanmersini suyu, 160 gram, Çay, Domates suyu, 160 gram, Elma, bir adet orta boy, Soğan, 1 kase veya daha az ...





Folik asit, homosistein seviyesini düşürür, arteryal yaşlanmaya karşı koruma sağlar, ve kırmızı kan hücrelerinin ve genetik materyallerin üretimi gibi hücresel işlemlere yardımcı olur. Hamileler ve kanser olan veya yanıkları bulunan, veya deri hastalıkları olan kişilerin folik asitin normal seviyesinin koruması için yüksek miktarlarda almaları gerekir. Günde 700 mikrogram (mcg) folik asit almalısınız. Ortalama bir diyet genellikle günde 300 mcg folik asit sağlar, bu nedenle 400 mcg folik asit içeren bir multivitamin tercih edebilirsiniz. Her gün alacağınız 700 mcg folik asitle RealAge'nizi 0.8 yıl gençleştirebilirsiniz. Örnek Besinler: Kuşkonmaz, 1/2 kase, Enginar, bir adet büyük , Brüksel lahanası, dört adet büyük, Börülce, 1/2 kase, Avokado, yarım, Muz, bir adet orta boy...




Likopen, antioksidan özellikleriyle bilinen karotenoid çeşitlerinden biridir. Likopen prostat kanserinin önlenmesine yardımcı olur. Likopen ayrıca diğer kanser türlerinin riskini azaltır ve arterlerin gençleşmesini sağlar. Örnek Besinler: Pembe veya kırmızı meyveler genellikle likopence zengindir. Karpuz ve domates likopen için güzel kaynaklardır. Guava meyvesi, domatese göre %50 daha fazla, kanserle mücedelede etkin role sahip likopen içerir.




Potasyum felç riskini azaltır. Tansiyonu düşürür, sinirler arasındaki iletişime yardımcı olur, ve normal kalp ve arter fonksiyonlarının korunmasına yardım eder. Bu besin öğesi, ayrıca karbonhidrat ve protein metabolizmalarına da yardımcı olur. Uzman bir doktor tarafından önerilmedikçe potasyum takviyesine ihtiyacınız yoktur. Bazı durumlarda, potasyum hapı almak kalp ritminde bozukluğa neden olabilir. Yediğiniz gıdalardan günde en fazla 3,000 mg potasyum almalısınız. Örnek Besinler: Domates püresi, 1/2 kase, Kurutulmuş şeftali, beş adet yarım, Dil balığı, somon balığı, sardalya, kılıç balığı, 80 gram, Kurutulmuş kayısı, 3-4 adet orta büyüklükte, Greyfurt suyu, 1 kupa, Yoğurt, 160 gram, Kestane, 100 gram...





Sodyum oldukça önemli bir besindir, ancak aynı zamanda diyetinize eklemeniz gerekmeyen bir mineraldir. Günde sadece 116 mg sodyuma ihtiyacınız vardır, ancak diyetlerin büyük bir kısmı günde yaklaşık 4,000 mg sodyum almamızı sağlar. Sodyum, sinirsel sinyallerin iletilmesinde, tansiyonun düzenlenmesinde, karbonhidrat ve protein metabolizmalarında önemli bir role sahiptir. Çok fazla sodyum yüksek tansiyona neden olabilir. Uzmanlar, günde 2,400 mg'dan fazla sodyum alınmaması gerektiği yönünde uyarıyorlar.Sağlığınız için, günde 1,600 mg'dan daha az sodyum almalısınız.Böylece Realage'nizi en az 3 yıl gençleştirebilirsiniz. Örnek Besinler: Yediğimiz yiyeceklerin %75'inde tuz vardır. Soya sosu, hazır çorbalar, ve dondurulmuş yiyecekler fazlasıyla tuz ihtiva ederler.




C vitamini, arteryal yaşlanmayı azaltan ve kan damarlarlarında yağ plaklarının oluşumunu önleyen bir antioksidandır. C vitamini, protein metabolizmasına yardımcı olur, bağışıklık sistemini destekler, iyileşmeyi hızlandırır, ciltte kolajen oluşumunu sağlar. RealAge'inizde maksimum gençleşmenin sağlanması için, her gün 1,200 mg, veya günde üç defa 400 mg C vitamini almalısınız. Böylece RealAge'nizi 1.6 yıl azaltabilirsiniz. Örnek Besinler: Turunçgiller, Yeşil dolmalık biber, 1/2 kase, Papaya yarım ,Brüksel lahanası, dört adet büyük, Tatlı kavun veya karpuz, 1 tabak ...

6 Eylül 2011 Salı

Süt üreticileri bebeklere güvence verdi

Çiğ Süt Üreticileri Süt ve Süt Ürünleri Tüketicileri Grubu ‘’Bebeğinize bir yaşına kadar inek sütü vermeyin!’’ başlıklı haberlere cevap verdi.

Yapılan yazılı açıklamada şöyle denildi:
Geçtiğimiz günlerde bazı basın organlarında ‘’Bebeğinize bir yaşına kadar inek sütü vermeyin!’’ başlığı ile yayınlanan ‘’ Bilim adamlarının, inek sütünün 100 mililitrede 55 miligram tuz içerdiğini bu yüzden bebek beslenmesinde fazla tuza rastlanıldığı ‘’ haberlerin de geçen araştırmada sonuçlar ülkemizde üretilen süt örneklerinde yapılan analizlerde benzer sonuca rastlanılmamıştır!

‘’ Günde 700 mililitre inek sütü içen bir bebeğin sadece bu besinden 385 miligram tuz alacağı, bunun bir yaşına kadarki bebekler için tavsiye edilen günde bir gram tuzun hemen hemen yarısına tekabül ettiğine’’ dikkat çekilerek, araştırmacıların bir yaş öncesinde bebeklere inek sütü verilmemesi tavsiyesinde bulunmalarının ‘’ gerçek ile bağlantısı olmadığı, Çiğ Süt Üreticileri Süt ve Süt Ürünleri Tüketicileri Grubunca yapılan araştırma sonuçları bahse konu araştırmaya ile farklı sonuçlar çıktığı tespit edilmiştir.

Ülkemizin resmi Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl laboratuarlarında grubumuz tarafından yaptırılan analizlerde 100 mililitre sütte 55 miligram böylesine yüksek değerde tuza rastlanılmamıştır.

Ankara İlimizde üretilen çiğ süt, pastörize süt, uht süt örneklerinin AOC 935 43 metoduna göre yapılan analizler 100 mililitre sütte 55 miligram tuz olduğu araştırmasını tamamen tekzip eder mahiyettedir.

Tarafımızca tuz tayini analizlerinde en düşük değer 100 mililitrede 10 miligram bulunmuş iken en yüksek değer ise yine 100 mililitre sütte 17 miligram tuz bulunmuş olup bu da inek sütü için bebek beslenmesinde aşırı tuz iddiasını tamamen çürütmektedir. Dolayısı ile anne sütünden mahrum bir bebek günlük 700 mililitre süt içtiği kabulü ile 385 miligram değil, 119 miligram tuz edindiği sonucu yaptığımız araştırmada ortaya çıkmıştır.

Ülkemiz İnek sütünün 100 mililitresinde 10-17 miligram tuz oranı ile anne sütlerindeki tuz oranlarının biri biri ile örtüşür oranda oldukları da yine tarafımızdan gözlemlenmiştir.

‘’ Anneler, bir yaşına kadar bebeğinize inek sütü vermeyin ‘’ mesajları bilim adamlarının mesajları değil inek sütü yerine bebeklere sentetik vitaminlerden oluşan toz (bebek maması) satıcılarının medya aracılığı ile annelerimizi yanlış bilgilendirmelerinden ibarettir.

Bristol Üniversitesi’nden Dr. Pauline Emmett ile Vicky Cribb’in 1991 veya 1992 yıllarında yapıldığı ifade edilen araştırma da alınan örneklerde 100 mililitre sütte 55 miligram tuz çıkması ‘’ Araştırma’nın Sipariş Olduğu ‘’ düşüncesi oluşmaktadır. Geçtiğimiz yıl Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın önce ‘’ bebek mamalarında kurşun var ‘’ daha sonra tekzip etse de bundan dolayı bebek mamaları satışlarının ülkemizde düştüğünü gören sektörce ‘’ bebeklerinize bir yaşına kadar inek sütü içirmeyin ‘’ mesajları annelerin zihinlerine enjekte edilmek istendiğini akla getirmektedir.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’ nın bebek mamaları ile ilgili ‘’kurşun yok ‘’ tekzibini biz halen kabul etmediğimizi burada yeri gelmişken belirtmek isteriz: Bebek mamalarına kurşun, üretildiği ortamdaki mandrenlerden ve daha sonra doldurulan ambalajlarından kurşun ve ağır metaller geçmektedir. Bu geçiş miktarı EFSA (Avrupa Gıda Güvenliği Kurumu) ve ülkemiz gıda tüzüğünce ‘’ kabul edilebilir ‘’ oranlarda –maalesef- bulunmaktadır. Halbuki bebek mamaları ile beslenen bebeklerde ‘’ kabul edilebilir ‘’ ağır metal geçişinin bebeklerde ne gibi sonuçlar doğurduğu yolunda tıbbi bir araştırma ne AB’ de ne de ülkemizde vardır?

Anne sütüne eşdeğer veya alternatif hiçbir ürün yoktur.

Anne sütünün olmadığı veya yeterli olmadığı durumlarda en iyi alternatif hayvan sütüdür, inek sütüdür, keçi sütüdür. İnek sütü anne sütünden sonra bebek beslenmesinin olmaz ise olmazıdır.

İnek sütü kullanımında sindirim zorluğu çeken bebekler için bu sütün kullanımında bire bir oranındaki su karışımı görülecek rahatsızlığı gidermede en iyi alternatiftir. İnek sütü vazgeçilemeyecek bir üründür ki 10 bin yıldır insanlar tarafından kullanılmaktadır.

Süt ve Süt ürünleri; Dünya’da ekmekten sonra ikinci stratejik bir üründür. Bebeklerimizin, çocuklarımızın, her yaşta insanımızın beslenmesinde mutlaka yer alması gerekir. Sütte bulunan mineral, vitamin ve yararlı organizmalar başka hiçbir gıda da yoktur! açıklamasında bulunuldu.

Kaynak: http://www.ciftlikdergisi.com.tr/sut-ureticileri-bebeklere-guvence-verdi.html

5 Eylül 2011 Pazartesi

ÜSTÜN ZEKALI ÇOCUKLARIN ÖZELLİKLERİ



ÜSTÜN ZEKALI ÇOCUKLARIN ÖZELLİKLERİ

A- Bedensel Özellikleri:
1- Grup olarak beden yapıları ve sağlık durumları bakımından yaşıtlarına oranla üstündürler.
2- Doğumda normal çocuklardan daha ağırdırlar.
3- Boy ve ağırlık bakımından normal çocuk grubunun üstündedirler.
4- Erken yürür ve erken konuşurlar.
5- Duyu organı bozuklukları bedensel sakatlık diş deformasyonu vb. normal çocuklara göre daha az rastlanır.
6- Ortalama ölüm yaşı daha yüksektir.
7- Hastalıklara karşı daha dayanıklıdırlar.

B- Zihinsel Özellikler:
1- Çabuk ve kolay öğrenirler.
2- Kelime hazineleri çok geniştir bildikleri kelimeleri kolaylıkla kullanırlar.
3- Zihinsel işlemleri kolaylıkla başarırlar.
4- Genelleme yapmada ilişkileri görmede bilgilerin transferinde mantıki çağrışımlarda ileridirler.
5- Soyut fikirlere karşı ilgileri fazladır. Dikkatleri devamlıdır.
6- Akademik konularda yaşıtlarından 1 – 2 yıl ileridirler.
7- Her alandaki okul çalışmalarında normalden 1 – 2 yıl üstündürler.
8- Sınıf düzeylerinin 1-2 yıl üstündeki kitapları okumaktan hoşlanırlar ve anlarlar.
9- Diğer çocukların farkında olmadığı pek çok alanda bilgi sahibidirler.
10- Fazla çalışmaya gerek duymadan duyduklarını ve okuduklarını uzun zaman belleklerinde tutarlar ve hatırlarlar.
11- Çok soru sorarlar ve ilgi alanları geniştir.
12- Çoğunlukla okula başlamadan önce okuma – yazma öğrenirler.
13- Pratik bilgileri çoktur.
14- Hazır cevaptırlar uyanık ve girgindirler.

C- Sosyal Özellikleri:
1- Arkadaşları arasında popülerdirler.
2- Kolayca arkadaşlık kurabilirler. Arkadaşlarını kendilerinden yaşça 2-3 yaş ileri olanlardan seçerler.
3- Grup içinde lider olabilirler başkalarına tabi olmaktan hoşlanmazlar.
4- Okula karşı isteklidirler ders dışı uğraşılara katılmaktan zevk alırlar.
5- Ders uğraşılarının yanı sıra sosyal uğraşılar sportif faaliyetler şiir hikaye ve resim alanlarında çalışmaktan hoşlanırlar.
6- Nüktedandırlar yerinde hikaye ve fıkra anlatmaktan hoşlanırlar.
7- Kendilerine ait orijinal ilgileri vardır.
8- Yeni ve değişik durumlara kolay ve çabuk uyarlar.

ÜSTÜN ZEKALI ÇOCUKLARIN EĞİTİM VE ÖĞRETİMLERİ İLE İLGİLİ
GENEL İLKELER
1- Üstün zekalı çocuklar normal zekaya sahip çocuklardan daha süratli öğrendiklerinden derslerde gereksiz tekrarlardan kaçınılmalıdır.
2- Muhakeme yetenekleri normal çocuklardan daha üstündür. Fikirler arasındaki ilişkileri kolaylıkla görüp kavradıklarından sınıfta bu yeteneklerinin gelişmesi için fırsat verilmelidir.
3- Geniş bir kelime hazinesine sahiptirler; bunları kolaylıkla kullandıklarından sınıf içi çalışmalarda bu özelliğin göz önünde tutulması gerekir.
4- Kendilerine özgü ilgileri olduğundan grupla olduğu kadar bireysel çalışmalara da önem verilmelidir.
5- Bir konu hakkında bilgi edinmek için çok şey sorarlar çok kitap karıştırırlar. Bunun için proje çalışmalarına yer verilmelidir.
6- Ders uğraşılarında kuru ve kitaba bağlı bilgilerden çok geniş gözlem deney ve araştırmalara yer verilmelidir.
7- Kendi günlük başarıları onları doyurmadığından okul içi ve okul dışı çeşitli uyumsuzluklar doğabilir. Çocuğu doyurmak tatmin etmek için ders içi ve ders dışı özel uğraşılara yer verilmelidir.
8- Öğrenme yetenekleri normallere göre daha üstün olduğundan müfredat programındaki konular genişliğine ve derinliğine zenginleştirilmelidir.
9- Üstün zekalı öğrenciler yaratıcı yeteneklere sahiptirler. Yaratıcılığın geliştirilmesi için aşağıdaki bilgiler göz önünde bulundurulmalıdır.
a- Bir problem çözümünde o problemin çözüm yolları ile ilgili çocuklar tarafından ortaya atılan fikirler üzerinde krıtik yapılmamalıdır.
b- İleri sürdükleri fikirlerin acayipliği hoş karşılanmalıdır.
c- Ortaya ayılan fikirlerin çoğunda yarar vardır.
d- Problemlere karşı öğrencilerin duyguları etkili hale getirilmelidir. (Örnek: Eğer tüm dünyadaki insanlar üç parmaklı olsalardı ne olurdu? Gibi.
e- Fikir akıcılığı teşvik edilmelidir.( Örnek: Bir tuğlanın çeşitli kullanış yerlerini açıklayın.) gibi.
f- Orijinal fikirleri teşvik edilmelidir.
g- Problemlerin değişik yollarla çözümüne fırsat verilmeli ve zemin hazırlanmalıdır.

ÜSTÜN ZEKALI ÇOCUKLARIN SINIF İÇİ VE SINIF DIŞI ÇALIŞMALARINDA YARATICILIĞI ENGELLEYEN UĞRAŞILARDAN BAZILARI ŞUNLARDIR:
1- Belirli bir uğraşın belirli zaman limitleri içerisinde bitirilmesinin zorunluluğunun belirtilmesi.
2- Ödevlerin üst üste yığılması.
3- Yanlışlarından dolayı öğrencilerin azarlanması.
4- Gözlem araştırma ve deneylerin gereksizliğine inanılması bu çalışmaların sınıf uğraşılarında öneme alınmaması.
5- Öğrencilerin bir şeyi olduğu gibi kopya etmeye teşvik edilmesi. (Sevilen bir model ya da yazı en meşhur bir üstadın eseri bile olsa netice değişmez.)
6- Yapılan işte ve ¤¤¤¤lerde gereğinden fazla şekilcilik ve özenti üzerinde durulması.
7- Akademik konular için resim-iş beden eğitimi ve müzik gibi derslerin feda edilmesi.
Bu günkü İlköğretim ve diğer okullarda uygulanan müfredat programları hazırlanırken normal çocukların öğrenme kapasitesi göz önünde tutulduğu için üstün zekalı çocuklara cevap verememektedir. Programın kapsadığı alanlar ve konular üstün zekalı çocuklara hafif gelmektedir. Bu nedenle;
a- Üstün zekalı çocuklar konuları yaşıtlarına göre daha çabuk öğrendiklerinden diğer zamanlarda çeşitli problemler yaratırlar.
b- Normal çocuklar için yapılan sınıf içi tekrarlar bu tip çocukları doyurmaz. Onlar için can sıkıcı bir hal alır.
c- Üstün zekalı çocuklar az bir gayretle sınıf seviyesinin üstünde bir başarı gösterdiklerinden kendi kapasiteleri oranında çalışma zorunluluğu duymaz çaba göstermez ve tembel ( atıl ) kalırlar

Alıntıdır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...