Bu Site Sizin Sizde Yazınızı Gönderin

Evet bu siteye sizlerde yazılarınızı gönderebileceksiniz. Yapmanız gereken içerisinde link ve reklam olmayan yazılarınızı haberdaim@gmail.com adresine mail olarak göndermek.
Hepsi bu kadar. İyi Paylaşımlar
Dikkat edilmesi gerekenler;
Siteye cinsel içerikli, reklam içerikli paylaşımlarda bulunmak yasaktır.

23 Ekim 2011 Pazar

Van'da meydana gelen depremdeki çaresizlik için...

ÇARESİZLİĞİN RESMİ YAPILABİLİR Mİ?...

 

İnsanlığın içine düşebileceği en kötü durum belki de çaresizliktir! İnsan zor bir durumla karşılaştığında durumuna çare arar. Zira ancak çare olduğunda bir umut vardır. Ama öyle bir çaresizlik anı vardır ki... İşte onu anlatmak mümkün değildir.  Çaresizlik anlatılamaz ki, çaresizlik adı üzerinde çaresizliktir. Nasıl ki mutluluğun resmi yapılamıyorsa çaresizliğin tarifi de yapılamaz. Resmi ise asla yapılamaz. İşte bu çaresizlik anlarından biri de deprem anıdır.

Sallanma başladığında kanınızın damarlarınızdan yavaş yavaş çekildiğini hissedersiniz. Vücudunuzda var olan o mucizevi ahenk bir anda bozulur. Çaresizlik içinde donup kalır, tuhaf bir boşluğa düşersiniz. Duygularınız, algılamalarınız, iradenizin denetiminizden kopar gider. Kendinizin sadece bir et ve kemik yığını gibi hissedersiniz. Öyle ki o anda korkmak bile elinizden gelmez. Tüm denetiminizi yitirmişsinizdir. Bitmek bilmeyen sarsıntı ise bütün yıkıcılığı ile uzar da uzar... Yıllar geçer sanki, yüzyıllar geçer. İşte o dakikalarda insan olarak ne kadar küçük bir zerrecik olduğunuzun ayrımına varırsınız. Ve bırakırsınız kendinizi bir boşluğa, daha doğrusu yap-satçıların elinden kurtulan bir boşluğa atarsınız kendinizi. Ve beklersiniz sonucu. Sonuç muamma. Belki ölüm, belki ömür boyu sürecek bir sakatlık, belki de kurtuluş.... Tek çare beklemek. Hiçbir şeyin garantisi yok.

Aslında bu deprem dünyanın sadece ve sadece küçük bir noktasında meydana gelen küçük bir doğa olayıdır. Ama ülkemizde durum farklıdır. Zira bu küçük doğa olayının sonuçları ülkemizde hiç de küçük olmamaktadır. Binalar kağıt gibi un ufak olmaktadır bizim depremlerimizde. Ve enkaz altında, demir ve tuğla yığınları altında yüzlerce, binlerce ezilen insan.... İşte bu anlarda aklımıza hep o binaları yapıp satanlar gelir. Bir de onlara göz yuman yöneticiler... Önceden yapılan uyarılar, tarihi ve doğa gerçeklerine rağmen öncesinden tedbir almayan yöneticiler... O müteahhitlerin ve yöneticilerin bu işin günahını ne bu dünyada ne de öbür dünyada ödeyemeyeceğini bilirsiniz... Ama olan olmuş binlerce insan ölmüştür artık. Aramızdan bazıları bizi, başka bir evrende tekrar görüşmek üzere  terk  etmişlerdir. Onlar acının hançerini yüreğimize saplamış ve dönülmez akşamın ufkunda yitip gitmişlerdir. Kimileri kaderin yelkenlisine bindiler, kimileri de, arkalarında katil müteahhitlerini bırakarak ve belki de bizim sonradan onların cezasını vereceğimizi umarak, kalleş birer cinayete kurban gittiler. Ancak ülkemizde değişmez bir kural vardır. Giden gider, kalan sağlar bizimdir, bu kural ülkemizde hiç değişmez. Ve yine kural bozulmamıştır.

Ben bildim bileli hemen her depremde aynı acıları yaşarız. Hep de aynı nutukları dinleriz. Önce yardım kepazeliklerini yaşarız, sonra yaraları sarma palavralarını dinleriz. Ardından deprem evlerinin talanı gelir. Binlerce insana mezar olan o binaları yapanlara yeni rant kapıları aralanır. Onlara yine ilk depremde yıkılmaya aday kağıt gibi binalar yaptırılır ve devlet töreniyle, üstelik devlet büyükleri tarafından, süslü nutuklarla depremzedelere dağıtılır.  Yıllardan beri sürüp giden kısır bir döngüdür bu. Sanki güzel ülkemizin, talihsiz insanlarımızın değişmez yazgısıdır bu.

Doğu Anadolu’da bir deprem oldu bugün. Yıllardır uyarıyor uzmanlar, bekleniyordu böylesi büyük depremler. Ama alınmadı yeterince önlem. Yine binleri bulacak kayıp sayımız. Çünkü kağıt gibi yıkılmış binalar, canların üzerine.          Neden bu kadar duyarsız olduk anlamıyorum. Hiçbir şeyden ders almaz olduk. yaşadığımız büyük olaylar, büyük acılar bile umurumuzda değil. Siyasetten doğal afetlere, eğitimden spora.... Değişen hiçbir şey yok!...

Bazıların "Ne yapalım biz böyleyiz." dediğini duyar gibi oluyorum. Ama artık yeter. Uyanıp silkinme zamanı geldi. Zira bu kadarını hak etmiyoruz.

ARZU KÖK


12 Ekim 2011 Çarşamba

TAKVA NEDİR TAKVA SAHİPLERİNDE BULUNMASI GEREKEN ÖZELLİKLER

Muharrem Günay Sıddıkoğlu
Ortadoğu Gazetesi Yazarı
Almanya Türk Federasyonu Din Görevlisi

10 Ekim 2011 Pazartesi

Necip Fazıl'ın Kaleminden Hz. Peygamber (SAV)

BÜTÜN KAPILAR KAPANSIN; YALNIZ...

ImageÜzerlerinde ağır bir hâlsizlik, yine en yakınlarından iki Sahabînin kolunda, Mescide girdiler, minbere çıktılar:

« - Allah, kullarından birini, dünya ile kendi yakınlığı arasında serbest bıraktı; kul da Allah'ı seçti. »

Ebu Bekr ağlıyor:

- Anam, babam, her şeyim sana feda olsun, ey Allah'ın Resûlü...

Sahabîler, haşyet ve dehşetle birbirine bakışırken, Allah'ın Sevgilisi devam ettiler:

« - Sohbetiyle, sevgisiyle, malıyla, canıyla bana insanlar içinde en büyük yardımcı Ebu Bekr oldu. Eğer dünyadan bir dost seçmek gerekseydi, Ebu Bekr'den başkasını bulamazdım. Fakat onunla aramdaki, sadece İslâm kardeşliğidir. »

Ve heybetler içinde ilâve buyurdular:

« - Bugünden sonra Mescide açılan kapıların hepsi kapansın, yalnız Ebu Bekr'inki açık kalsın! »

Son emanet de Ebu Bekr'e verilmiş oluyordu.

« - Ey nâs! Kimin arkasına vurdumsa, işte arkam, gelip vursun! Kimin benden alacağı varsa işte malım, gelip alsın! »

Öğle namazı kılındıktan sonra yine minbere çıkıp aynı sözü tekrarladılar:

« - İşte arkam, işte malım.»

Üç dirhem alacak iddia eden biri çıktı. Hemen ödediler.

Arap Yarımadasında tek müşrik bırakılmamasını ve elçilere saygı gösterilmesini emir buyurdular.

« - Allah'a ısmarladık...»

Ve Hazret-i Âyişe'nin hücresine döndüler.

Çöle İnen Nur'dan

(Hz. Peygamber'in son günlerinin anlatıldığı bölümden...)



Onun kaleminde Hz. Muhammed (sav) yerine Peygamber, Allah Rasûlü, Gaye İnsan, Ufuk Peygamber, Rasûlullah gibi hitaplar vardır. Peygamber'e ismiyle hitap etmeme noktasındaki bu özen Çöle İnen Nur'da daha da yoğunlaşmakta ve alıntı veya aktarım cümlelerinde dahi "Muhammed" yerine "M…….." şeklinde bir ifadenin kullanıldığı görülmektedir. Elbette ki bu tutum Necip Fazıl'ın Hz. Peygamber'e duyduğu sevgiden öte büyük saygıyla alakalıdır.

Başta şiir olmak üzere edebiyatın birçok türünde verdiği eserlerle ve fikrî mücadelesiyle 20. yüzyıl Türk edebiyatında ve fikir hayatında oldukça önemli ve etkin bir konuma sahip olan Necip Fazıl'ın belki gözden kaçan, belki de hayatının ve siyasî mücadelesinin gölgesinde kalan bir hususiyeti de onun son asır edebiyatımızda Hz. Peygamber'i konu alan önemli kalemlerden biri oluşudur.

ImageMüslüman bir hayat görüşünü benimsediği 1930'lu yılların ortalarından vefat ettiği tarih olan 1983'e kadar geçen yarım asırlık bir dönemde altmışın üzerinde edebî ve fikrî eser kaleme alan ve bu eserlerinin büyük çoğunluğunda İslam düşüncesini konu edinen Necip Fazıl'da Allah Rasûlü'ne olan sevgi ve bağlılık da üst seviyededir. Şairin, şiirlerini topladığı Çile adlı eserinde Peygamber, Allah'ın Sevgilisi, Ölçü, O, Rütbe gibi Hz. Peygamber'e yazılmış müstakil şiirler mevcuttur. Bunun yanı sıra bazı şiirlerinde de tematik bağlamda olmasa da Hz. Peygamber ismen yer almakta veya O'na atıflar yapılmaktadır.

Necip Fazıl'ın Hz. Peygamber'den bahseden bu şiirlerini iki temel planda değerlendirmek mümkündür: Hz. Peygamber'in vasıflarını ve kişiliğini övenler ve şairin Peygamber'e olan sevgisini ve bağlılığını ifade edenler. Fakat bu yaklaşımın bu şiirleri kategorize etmek maksadı gütmediğinin ve zaten şiirlerin de böylesi bir kategorizasyona müsaade etmediğinin de altını çizmek gerekmektedir. Çünkü bazı şiirlerde bu iki anlam katmanının bir arada yer aldığı da görülmektedir. Mesela Rütbe şiirinde şair;

            "Düşünün, ben ne büyük rütbeye tutkuluyum!

            Çünkü O'nun kulunun kölesinin kuluyum!"

derken hem Hz. Peygamber'in şahsına övgüde bulunmakta hem de kendisiyle O'nun arasındaki irtibatı (yani O'na olan bağlılığını) ve bu bağın kendisine kazandırdığı pâyenin büyüklüğünü dile getirmektedir. Yine Peygamber'i konu alan Ölçü şiirinin ilk mısraında Allah Rasûlü'nü "Müjdecim,Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim;" hitabıyla anan şair, ikinci mısrada "Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim" diyerek O'na olan sadakatinin derecesini ifade etmektedir.

Çile'deki bu şiirlerin dışında Necip Fazıl'ın Hz. Peygamber'in hayatını konu edinen ve müstakil bir kitap olarak basılan manzum bir eseri daha vardır. "Esselâm" adını taşıyan ve bir "mevlid denemesi" şeklinde değerlendirilebilecek olan bu eserinde Necip Fazıl, Hz. Peygamber'in dünyevî ömrünün 63 yıllık bir süreyi kapsamasından ilhamla 63 manzumede O'nun hayatının belli başlı noktalarını anlatmaktadır. Kitaba yazdığı Takdim yazısında eserini

"Umulur ki; bir gün Türk edebiyatı, bu eseri, yeni zamanların İslâmî tahassüste ilk temel kitabı saysın... Ve destanlık çapta cehd sarfetmenin ne demek olduğu bu vesileyle görülsün..."

şeklindeki ifadelerle tanıtan şair diğer taraftan eserinin Mevlid gibi kutsiyet atfedilerek okunması ihtimalinden de ürkmektedir. Ayrıca bu eser 1973 yılında kurulan Büyük Doğu Yayınları'nın da birinci kitabı olarak yayınlanmıştır. Tüm bunlardan anlaşıldığı kadarıyla Necip Fazıl, Esselâm'a çok büyük önem vermektedir. Zira kendi ifadesiyle "bu eser, hasret derecesini termometrelere ifade ettirmekten aciz olduğu bir ruh çilesi içinde yazılmaya başlan[mış]" ve "belki daha yakıcı bir çile dürtüşüyle tamamlan[mıştır]."


Esselâm'ın başarısızlığı karşısında Çöle İnen Nur'un başarısının sebeplerinden birinin de yine bu ifade serbestliği olduğu söylenebilir. Esselâm'ın manzum bir eser oluşu ve belli kalıplar dahilinde yazılması zorunluluğu Necip Fazıl'ın anlatımını belli noktalarda sınırlamış, hatta yer yer zorlamıştır.

Necip Fazıl'ın çok ses getireceğini umduğu bu eseri ne yazık ki şairin beklediği ilgiyi görmemiş ve Necip Fazıl külliyatı arasında en az basılan kitaplardan biri olarak kalmıştır. Hatta şair vefatından kısa bir süre önce kendisiyle yapılan bir söyleşide bu ilgisizliğe şu cümlelerle feryad etmiştir;

"Benim bir eserim var, Esselâm diye. 63 parçadan ibaret. Resulullah'ı anlatıyor. Zaten hayatı da 63 sene. Nerde bu Müslüman nesiller, tahassüsü seven nesiller..."

Esselâm'ın yaşadığı bu talihsizliğe karşın Necip Fazıl'ın Peygamber'in hayatını konu edinen diğer bir kitabı "Çöle İnen Nur" ise ciddi bir okur ilgisine mazhar olmuş ve edebiyatımızda bu konuda yazılan eserler içinde zamanla kendine önemli bir yer edinmiştir. Esselâm'ın aksine mensur olarak kaleme alınan Çöle İnen Nur'da da Allah Rasûlü'nün hayatı nûr-ı Muhammedî'nin yaratılışından Hz. Peygamber'in vefatına kadar bir bütünlük içerisinde anlatılmaya çalışılmıştır. Eserini bir sanat eseri olarak kurgulayıp kaynak göstermek, vaka atlamamak, kronolojiye tam riayet etmek gibi ilmî kaygılardan uzak bir biçimde yazan Necip Fazıl'ın yöneldiği okur kitlesi de "mü'minler veya iman istidadında olanlar"dır. Dolayısıyla eser, ispat veya ikna gayesi gütmemekte ve akılcı bir anlayışa hitap etmemektedir. Bu yaklaşımın Necip Fazıl'ın kalemine sanatsal bir serbestlik kazandırdığı ve eserin etki gücünü de arttırdığı görülmektedir.

Esselâm'ın başarısızlığı karşısında Çöle İnen  Nur'un başarısının sebeplerinden birinin de yine bu ifade serbestliği olduğu söylenebilir. Esselâm'ın manzum bir eser oluşu ve belli kalıplar dahilinde yazılması zorunluluğu Necip Fazıl'ın anlatımını belli noktalarda sınırlamış, hatta yer yer zorlamıştır. Esselâm'da zaman zaman görülen anlatım kusurları, anlam kopuklukları, sınırlanmışlık ve zorlama kâfiyeler gibi problemlere karşın Çöle İnen Nur'da ciddi bir anlatım zenginliği, eserin akışına uygun bir biçimde yol alan bir lirizm ve okuru tatmin edecek bir vaka yoğunluğu görülmektedir. Adeta Necip Fazıl, Esselâm'da anlatmak isteyip de şiirin kalıplarının sebep olduğu çeşitli tasarruflarla özetleyerek veya yoğunlaştırarak geçtiği şeyleri Çöle İnen Nur'da kendini sınırlamadan ifade etmiş gibidir.

Bu eserlerinin yanı sıra Hz. Peygamber'e hasredilmiş müstakil bir kitap olmasa da İhtilal adlı kitabının da 30 sayfalık bir bölümünde Hz. Peygamber'in inkılaplarını anlatan Necip Fazıl'ın ayrıca Nur Harmanı adlı bir de hadis derlemesi vardır. Bunlardan başka başta Dört Halife olmak üzere, Ezvâc- Tâhirât'tan Hz. Hatice ve Hz. Aişe, Peygamber'in kızı Hz. Fâtıma ve torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'le Aşere-i Mübeşşere'yi oluşturan diğer altı sahabî olmak üzere 80 kadar sahabînin hayatlarından karelerin yer aldığı Peygamber Halkası adlı eser ile Hz. Ali'ye hasredilmiş İlim Beldesinin Kapısı Hz. Ali adlı eser de dolaylı da olsa Necip Fazıl'ın Hz. Peygamber'le ilişkili eserleri arasında sayılabilir.

Necip Fazıl'ın Hz. Peygamber'i konu edindiği eserlerin dökümünü ve tanıtımını bu şekilde yaptıktan sonra şairin, bu eserlerinde takındığı dikkat çekici birkaç tavır üzerinde durmanın da onun Hz. Peygamber'e yaklaşımını veya O'nu anlatma tarzını açıklamada katkısının olması muhtemeldir. Öncelikle Necip Fazıl'ın, bu eserlerinde Peygamber'e asla adıyla hitap etmeyişi, yalnızca Allah Resûlü'nün çevresinde bulunan diğer kişilerin ağızlarından aktardığı bazı monolog veya diyaloglarda ve O'nun doğumunu ele aldığı bahislerin isim verme kısmında "Muhammed" lafzını kullanışı dikkat çekicidir. Onun kaleminde Hz. Muhammed yerine Peygamber, Allah Resûlü, Gaye İnsan, Ufuk Peygamber, Resûlullah gibi hitaplar vardır. Peygamber'e ismiyle hitap etmeme noktasındaki bu özen Çöle İnen Nur'da daha da yoğunlaşmakta ve alıntı veya aktarım cümlelerinde dahi "Muhammed" yerine "M........" şeklinde bir ifadenin kullanıldığı görülmektedir. Elbette ki bu tutum Necip Fazıl'ın Hz. Peygamber'e duyduğu sevgiden öte büyük saygıyla alakalıdır.

Necip Fazıl'ın Peygamber'i anlatma noktasında takındığı diğer bir tavır da O'nu "Müslümanların örnek alması gereken bir rehber veya prototip" olarak tasvir etme çabasıdır. Bu bağlamda Necip Fazıl'ı bu eserleri yazmaya iten sebebin yalnızca Peygamber sevgisi olmadığı, şairin Peygamber'e olan sevgisinin ve bağlılığının yanı sıra okurlarına bir rehber portresi çizme misyonunu da kendisine yükleyerek bu eserleri kaleme aldığı söylenebilir. Hatta bu durum yalnızca Peygamber'e dair anlatılarda değil, sahabilerin hayatlarından alınan karelerde de kendisini göstermektedir. Kısacası Necip Fazıl'ın, yüzyıllardır anlatılagelen vakaların yeni bir tekrarını yapmaktan ötede Peygamber'in yaşantısına dair önemli unsurları çağının insanına ulaştırmayı amaçlayarak bu eserleri kaleme aldığı görülmektedir.

Son olarak modern edebiyatımızda sayısı ve niteliği gittikçe azalan Hz. Peygamber konulu eserlerin içerisinde Necip Fazıl'ın eserlerinin ciddi bir önem arz ettiği ve Peygamber'in çağrısının ve bundan ziyade örnek şahsiyetinin 20. yüzyıl insanına ulaştırılması noktasında bu eserlerin -Necip Fazıl'ın kitleler üzerindeki etkileyici kişiliğinin de tesiriyle- önemli bir açığı kapattığı söylenebilir.

Çile'den

            PEYGAMBER

Sen, fikir kadar güzel;

Ve tek, birden daha tek!

Itrını süzmüş ezel;

Bal sensin, varlık petek...


Sensin ölüme hisar;

Bâkisi hep inkisar..

Sar bizi, çepçevre sar,

Rahmet rüzgârı etek!..

                                   (1958)

Esselâm'dan

                NUR

Yok bile yokken O vardı;

O bir nur... Ki mutlak saffet.

Âdem, Allah'a yalvardı;

O nur için beni affet!


Âdem'in alnında bir nur;

Derken öbür Peygamberde.

Âyet ki, çıplak okunur;

Ne bir harf, ne zarf, ne perde.


Geçti bilmem kaç nesilden,

O nur, İlâhi daire...

İbrahim'den İsmail'den,

Vesaire vesaire...


O nur, o nur, elde sancak;

Aktarılır, nebî nebî.

Bir beklenen var ki, ancak,

Nurun ezelden sahibi...


Nur sırdır, ışık üstü sır;

Vurduğu eşya gölgesiz.

Onsuz insan kör ve sağır;

Ülkeler onsuz, ülkesiz.


Son Peygamber, son Peygamber!

İlk olunca sona geldi.

Nur, fezayı tutan çember,

Ondan gelip O'na geldi.

7 Ekim 2011 Cuma

Kapıyı Çarpıp Çıkmak

Kapıyı hızlı çarpıp çıkma. Geri dönmek zorunda kalabilirsin" demiş
büyüklerimiz... "Kapıdan kapıya değişir" diye düşünebilirsiniz. Değişmez
aslında. Bazen öfke, hırs ya da intikam, kalbinizi kapının çarpma hızından
daha hızlı çarpar.

Sevgilinizi, işinizi ya da en iyi arkadaşınızı terk ederken çarptığınız
kapılar aynıdır. Hepsinde geride bıraktığınız insanlar vardır. Onları
"sizsizliğe" mahkum edip mutlu olurken, farkında olmadan kendinizi de
onlardan "eksiltmiş" olursunuz.

Bazen çarpma öncesinde "neden" sorusu gelir. Gelmezse bilin ki çarptığınız kapı
bir daha size hiç açılmayacaktır. Hayat politika gibi değildir. Pişkinlik ve
yüzsüzlük kaldırmaz. Pişmanlığa bile esnekliği çok azdır. Terazisi, "
çıkarlardan" çok, "duygularla" tartar. Kefenin birine kırık bir kalp
koyduğunuzda, diğerine ne koyarsanız koyun dengelemez. Kalp cam gibidir.
Kırıkları yapıştırsanız da izleri yok edemezsiniz.

Sevgilinizi, "sevgisizlikten" değil, "bencillikten" terk ediyorsanız, bundan
sonra çarpacağınız daha çok kapı var demektir. Her "çarpıntı" hayatınıza
attığınız bir çarpıdır. Bu çarpı, matematikteki görevini üstlenip "artırıcı"
etki yapmaz. Görevini, "eksi"ye devreder.

İşyerinizi, yeni bir iş bulduğunuz için terk ediyorsanız, kapıdan girerken
verdiğiniz sözleri hatırlamanız gerekir. Kimse hayatını aynı işyerinde geçirmek
zorunda değilse de, sözlerini tutmak zorundadır. Tabi bu sözleri tutmak kendi
elinde olduğu sürece...

Yasal zorunlulukları bir kenara atın. Patronun sizi Pazartesi çağırıp, Salı
günü atma lüksünü de... Patron sizi gönderirken, geride kalanların
durumundan çok kurumun devamlılığını düşünür. Kurum yoksa iş de yoktur.
Hedeflenen satışa, kara ve verimliliğe ulaşmadıkça Pazartesi-Salı
döngüsünden sıyrılmak da mümkün olmaz.

Siz giderken durum biraz daha farklıdır. Sevgilinizi terk etme nedeniniz işiniz
için de ortaya çıkarsa "çarpı" işaretinin "eksiltici" etkisi bir kez daha
devreye girer. Elinizdeki işleri devretmeden, geride kalanları zor durumda
bırakarak "çarparsanız" bu kez birden çok kişiyi hayatınızdan eksiltirsiniz.

En iyi arkadaşınızı terk ediyorsanız vay halinize. Kaç kişinin "en iyi"
arkadaşı vardır? "En iyi" arkadaşı edinmek kaç yıllık emek ister? "Kaç
yılda" edinilen "en iyi" arkadaş, "kaç saniyede" harcanır? "En iyi"nin
boşalttığı yeri doldurmak için kaç tane "iyi" gerekir?

Kapıları çarptıktan sonra kafayı çarpmamak için düşünmekte fayda var.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...