Olay, 1900’lü yılların başlarında Adana-Pozantı civarında bulunan bir tekkede cereyan eder. Olayı yaşayan ise, ilahiyatçı bir dostumun büyük dayısı(babaannesinin kardeşi)dir.
Tenha bir muhitte bulunan tekkede o vakitler dokuz talebe bulunmaktadır. Tekke; ders görülen, yemek yenen ve istirahat edilen büyükçe tek bir odadan ibarettir. Civar köylerde bulunan insanlar zaman zaman buraya yiyecek veya kestikleri hayvan etlerinden getirirler. Burada disiplinli bir şekilde eğitilen talebeler, et yemeklerinden arta kalan kemikleri çevreye atmayıp, toprakta açtıkları çukurlara gömerler. Yine böyle bir et yemeği ardından kalan kemikleri ertesi gün gömmek üzere ocağın başına korlar. Geceleyin yatmakta olan öğrencilerden birisi bir takırtıyla uyanır. İdare ayarındaki kısık kandilin loş ışığının alaladığı odada çevresine bakar ki, siyah bir köpek ocak başında bulunan kemikleri yemekle meşgûl. Dışarıdan mı girdi acep diye kapıya bakar fakat o da kapalıdır. Uykuda olan diğer sekiz arkadaşına bakar; Mehmet hariç hepsi yatağındadır. Usulca yanındaki arkadaşlarını uyandırır ve “Benim gördüğümü siz de görüyor musunuz?” diye sorar. Hepsinin gördüğü şey de birbirinin aynısıdır. Hiç ses çıkarmadan yatıp uyurlar. Ertesi gün ise kalan kemiklere hiç dokunmayıp, olacakları izlemeye karar verirler. Akşam yatma vakti gelince de uyuyormuş gibi yaparlar. Yavaşça yatağından doğrulan Mehmet ocağın başına varınca siyah bir köpeğe dönüşmekte ve kemikleri yemeğe devam etmektedir. Durumun netleşmesi üzerine tedirgin olan talebeler hocalarına gizlice arzuhâl ederler ve bu şekilde aynı ortamda bulunamayacaklarını bildirirler.
Tecrübeli hoca Mehmet’i yanına çağırır ve şöyle der:
“Evladım Mehmet! Şu sıralar yazın ortası ve tam da iş güç zamanı. Annenin babanın da başları oldukça kalabadır. Sana birkaç hafta izin vereyim de köyüne git ve ailene yardımcı ol. Belki bir ara arkadaşlarınla beraber seni ziyarete gelebiliriz. Sen bize köyünün evinin bulunduğu yeri bir kâğıda çiziver de, bulurken zorluk çekmeyelim.”
Mehmet’i gönderdikten beş-on gün sonra da ziyarete giderler. Fakat ortada bir gariplik vardır. Mehmet’in kâğıda çizdiği yeri her ayrıntısına kadar buldukları halde ortada ne bir köy, ne de bir ev vardır. Burası sadece bir kayalıktan ibarettir.
Hoca “Memeeed!” diye seslenir fakat hiçbir karşılık alınamaz.
“Memeed evladıım!” diye bir daha ünler fakat değişen bir şey yoktur.
En son “Memeed! Arkadaşlarınla ziyarete geldik! Neredeysen ses ver yoksa biz geri dönüyoruz!” diye söylediğinde, kayalıklardan inilti şeklinde bir kadın sesi duyulur;
“Hocasııı! Memed artık sizin yanınıza gelemez. Onu koyun tepti de öldü.”
Peki, insanlardan farklı boyutta yaşayan, ışık hızının üstünde hareket eden ve enerjik yaratıklar olan cinleri koyun nasıl teper?...
Dünya gündemi geçtiğimiz günlerde Meksika’da bir çiftçinin yakaladığını söylediği bir yaratıkla meşgûl edildi. Yumurtadan yeni çıkmış bir civciv büyüklüğündeki ve DNA’sı da olmadığı söylenen yaratık eğer dikkât çekmek için yapılmış bir muziplik olmayıp da gerçek ise, “Memed”le aynı âkibeti yaşamış bir cin demektir.
Bundan 30-35 yıl öncesi Ankara’nın Balgat semtinde bugün yüksek binalarla dolmuş bir vadide çobanlık yapan Erzurum’lu bir dostum, benzer yaratıkları orada da gördüğünü söylemişti. Gün batma sıralarında telaş içinde koşuşturan fare iriliğindeki adamlar, ayaklarına takılan otlardan dolayı düşüp yuvarlanıyorlarmış. Bizim çobanın koyunlarından biri bunların üstüne basacak olursa, bir “Memed” vakası daha gerçekleşmiş olur.
Konunun özünde şaşırtma, korkutma, alay ve heyecan var.
İnsanlarla kafa bulmayı seviyorlar.
Fakat, Ademoğlu’nu afallatmak için yapılan bu boyut değiştirme işi(yılan, kedi, köpek vb) hayatlarına da mal olabiliyor.
Tecrübelerime dayanarak:
Uzaylı-UFO görüntüleriyle şaşırtmak istiyorlar. Işık hızının üstünde ve dalga boyutunda hareket edenler niçin dolmuşa binip dolaşsın ki?... Sabah ezanı telaş içinde kapımı çalan kardeşim; “Hemen kamerayı kap ve dışarı fırla!” diye bağırdı. Öyle bir korkmuştu ki, beti benzi atmış, tir tir titriyordu. 15-20 metre yukarıdan üstüne projektör tuttuktan sonra hızla(kayan yıldız gibi) yok olmuşlar. Kendisini filme kaydettiklerini düşünüyor. Oysa onlar dikkat çekme, şaşırtma, korkutma ve insanların teknolojileriyle alay etme derdinde; “Uzay mekiği mi daha gelişmiş yoksa UFO mu?” diye sorar gibi…
Çok güçlü yapıda oldukları için, bugünün teknolojisiyle bile açıklanamayan büyük yapıları oluşturmuşlardır. Üst üste konmuş büyük kayalar onlar için çocuk oyuncağıdır. Usta sihirbazlar onlar sayesinde yerçekiminden kurtulmuş gibi olur, havada asılı kalabilir, uçabilirler.(*)
“Böyle bir güzellik olamaz” dedirten bir kadın aslında bir cin(peri) olabilir. Böyle bir duruma kapılan kişi kolay kolay iflah olmaz ve iğneden ipliğe döner.
İnsanların bulunmadığı veya izleyemediği yer ve zamanlarda gerçekleşen olaylara şahit oldukları için, kimi kişi veya istihbarat örgütleri(KGB, CIA vb) tarafından bilgi kaynağı olarak da değerlendirilmektedirler.
Her ne kadar insanların gözüne görünmeseler de, hayvanların gözünden pek kaçamazlar. Oğluyla beraber eşek üzerinde tarlaya giden komşum, yolda aniden duran ve önündeki bir noktaya gözünü dikip bir türlü de gitmek istemeyen hayvanının bu davranışına anlam vermeye çalışırken, cırtlak ve sinir bozucu bir kadın kahkahasıyla irkilip geri döner ve başka bir tarlanın yolunu tutar. Onların göremediğini eşekleri görmektedir.
Gece vakti 12.30 sıralarında köy mezarlığının ortalarında bir yerde bulunan atalarımın yanıbaşında dua etmekteydim. Cismini göremediğin bir şey soluk soluğa bana doğru koşmaktaydı. Bir metre kadar önümden geçtiği ve esintisini dahi hissettiğim halde kendisini görememenin ürpertisi içindeyken, 40-50 metre geriden bizim Çomar’ın hızla gelmekte olduğunu gördüm. O da geldiği gibi önümden geçtiği halde bana hiç bakmamış ve gözlerini, önünden kaçmakta olan nesneye odaklamıştı. Neden sonra yanıma gelene kadar en ufak bir havlama veya boğuşma da duyulmadı. Neticede benim göremediğim şeyi Çomar çok iyi görüyor fakat anlatamıyordu.
Bizim eli tüfekli avcılar bir vadinin adını bile duymak istemiyorlar. Gördükleri dev yılanın üzeri bir karış kıllarla kaplıymış. Ülkemiz coğrafyasında dev yılanlar var elbette fakat, soğukkanlı olan ve vücut ısısını bulunduğu ortama göre ayarlayabilen yılanların ne kıla, ne kürke ve ne de terlemeye ihtiyaçları vardır. Bundan âlâ cin olur mu?
Duvardan camdan süzülür iner, yükseklerden yeryüzünü izler(daha Amerika keşfedilmeden çizilen dünya haritaları, dağlara çizilmiş dev resimler vb), bin yıldan fazla yaşayabildikleri için canlı tarih gibidirler ve yeni doğan bazı bebekleri konuşturabilirler(reankarnasyon sanılan durum).
“Doğru bilgiyle desteklenmeyen mantık terazisi yanlış tartar.”(Torlakon öğretisi)
İnsanların beyin dalgalarını değerlendirir, istedikleri dalga boyunda etki altına alarak istediklerini yaptırabilir, istediklerini duyurabilir, istediklerini gördürebilirler. Oysa onun yanında bulunanlar hiçbir şeyin farkında değildir(bir yerde yüz tane televizyon olsa ve hepsi de açık olsa, sesi ve görüntüyü yansıtacak olan sadece, sesin geleceği dalgaya ayarlı olan televizyon olacaktır).
(*) Korku denen şeyi ilk defa yüksek tahsil sırasında koca şehrin ortasında yaşayan, uzun süre bu durumdan muzdarip olan ve bir yaş öncesi bebekliğini dahi hatırlayabilen bir köy çocuğu olarak anlatılacak çok şey olmasına karşın sözü fazla uzatmıyorum. Sadece şunu diyebilirim: zikir ve dua sonsuz kere tekrar edilebilir, fakat, lüzumsuz sözler ve dırdırın fazla tekrarı cinleri çağırır, insanları da birbirinden kaçırtır. Mısır Piramitlerinin büyük kayalarını taşırken bazı kelimeleri sürekli tekrar ediyorsunuz, cinler gelince 13 tonluk kayalar saman çuvalı gibi hissediliyor. Bir askerim sihirbazdı ve güncel denemesini beraber gerçekleştirmiştik J…
Lütfen lüzumsuz konuşmayalım ve dırdır hiç etmeyelim.
Haa sahi, sessiz sessizi sevdiği halde, çok konuşan çok konuşanı hiç sevmez, neden ki?
Esen kalsın kavim kardaş…
Filozof TORLAKON
http://www.torlakon.com/haberdetay.asp?ID=219
--
İlan Grubu
http://groups.google.com.tr/group/ilangrubu/subscribe?hl=tr
http://uflak.es/226wy7
http://uflak.es/22u0cy
http://uflak.es/22in54
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder