Hz. Muhammed'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) peygamberler arasında yüce bir konuma sahip olduğu bilinmektedir. Onun ümmeti de diğer ümmetlere göre her yönden daha üstün ve daha faziletlidir. Kur'ân-ı Kerîm, Ümmet-i Muhammed'in sahip olduğu bu üstün vasıflardan bahseder. Bunlardan biri de Ümmet-i Muhammed'in en hayırlı ümmet olmasıdır. Bu makalede, âyet ve hadîsler ışığında Ümmet-i Muhammed'in, nasıl ümmetlerin en hayırlısı olduğunu incelemeye ve ortaya koymaya çalışacağız.
Ümmet-i Muhammed'in En Hayırlı Ümmet Olması
Kur'ân-ı Kerîm, insanlık içinde Ümmet-i Muhammed' den daha hayırlı, daha iyi bir ümmet olmadığını ilân etmektedir. Onlar, sahip oldukları yüce özelliklerden dolayı mealen şöyle övülmektedirler: "(Ey Ümmet-i Muhammed!) Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyilikleri yayar, kötülükleri önlersiniz, çünkü Allah'a inanırsınız." (Âl-i İmrân Sûresi, 3/110)
Âyetteki "hayr" kelimesi, herkesin arzu ettiği akıl, adalet, fazilet ve faydalı olan şeyler demektir. Zıttı ise şerdir.1 Müfessir Râzî'ye göre hayr, ibadetler ve bunların hâricinde mahlûkata yapılan iyilikler, emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker, sadaka, Allah'ın emirlerini tazim, yaratıklarına şefkat gibi hususlardır.2 Hayr, birçok âyette, salih amel, hasene ve maruf gibi kavramlarla yakın anlamlı olarak, her türlü erdemli tutum ve davranışı ifadede kullanılmıştır. Hayra yapılan davet de bir mânâda refah ve huzura davettir.3
"En hayırlı ümmet" âyeti, müfessirlerin ittifakına göre Ümmet-i Muhammed hakkındadır4 ve onun, ümmetlerin en hayırlısı, en ideali ve en iyisi olduğunu haber vermektedir. Âyetin, Yahudilerden Malik b. Dayf ve Vehb b. Yahuda'nın sahabeden bazılarına, "Bizim dinimiz, sizin bizi çağırmakta olduğunuz dinden daha hayırlı, biz de sizden daha hayırlıyız." demeleri üzerine nazil olması5 da bütün mü'minleri kapsadığını göstermektedir. Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) de: "Peygamberlerden hiçbirine verilmeyen şeyler bana verildi. Korku ile (düşmanın kalbine) yardım olundum, yeryüzünün anahtarları bana verildi, Ahmed diye isimlendirildim, toprak bana temiz kılındı ve ümmetim, ümmetlerin en hayırlısı kılındı." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/98) buyurarak, ümmetinin en hayırlı ümmet olduğunu haber vermiştir.
En hayırlı ümmet hitabıyla, öncelikli olarak kastedilenlerin Sahabe olduğunda ittifak vardır.6 Peygamber Efendimiz de "İnsanların en hayırlıları benim çağdaşlarımdır." (Buhârî, Şehâdât 9; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 208) buyurmuştur. Fakat bu hitabı sadece Sahabe'ye tahsis etmek doğru değildir. Çünkü âyetin öncesinde ehl-i kitaba hitap edilmekte ve mü'minlerin onlara uymamaları, Allah'ın dinine sıkıca sarılmaları istenmektedir. Mü'minlere, iyiliği emreden, kötülükten sakındıran bir grup oluşturmaları, ihtilâfa düşüp tefrika çıkaranlar gibi olmamaları emredilmekte ve iman edenlerle kâfirlerin âhiretteki durumlarından bahsedilmektedir. (Âl-i İmrân Sûresi, 3/98-107) Dolayısıyla âyetin siyak ve sibakı dikkate alındığında, en hayırlı ümmetten maksadın, Ümmet-i Muhammed olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır. Râzî'nin de belirttiği üzere, "Oruç size de farz kılındı." (Bakara Sûresi, 2/183) gibi âyetler nasıl ki, sadece sahabeye hitap etmiyorsa, aynı şekilde en hayırlı ümmetsiniz hitabı da vahyin ilk muhatapları olan sahabeye hasredilemez.7 Kısacası en hayırlı ümmet ile Hz. Muhammed'den (sallallahu aleyhi ve sellem) itibaren kıyamete kadar gelecek olan İslâm ümmetinin tamamına hitap edilmektedir.8
Hz. Peygamber'in yukarıdaki hadîsinden Sahabe'nin hem bu ümmetin hem de bütün insanlığın en hayırlı nesli olduğu vurgulanmaktadır. Fakat hadîsin devamındaki, "Sonra onlardan sonra gelenler, sonra da onların arkasından gelenler" ifadesi, sahabeden sonraki her neslin, insanların en hayırlı topluluğu olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla bu hadîs, ümmetin her kuşağının kendi zamanının en hayırlı toplumu olduğunu da ifade etmektedir. Nitekim Hz. Peygamber, ümmetinin sonraki nesilleri için de benzer övgülerde bulunmuştur: "Beni görüp de bana iman edene ne mutlu. Beni görmediği hâlde bana iman edene yedi defa ne mutlu." (Ahmed b. Hanbel, 3/71, 155) "Yaratılmışlar arasında iman bakımından en üstün kimseler, henüz atalarının sulblerinde bulunan, beni görmedikleri hâlde bana iman eden, yazılı bir takım kağıtlar görüp de onlarda bulunanlar gereğince amel edenlerdir. İşte onlar, iman ehlinin en faziletlileridir." (Hâkim, Müstedrek, 7/2501) Hz. Peygamber, görmediği hâlde kendisine iman edenlerin kardeşleri olduğunu ve onlarla karşılaşmayı arzuladığını da ifade etmiştir.9 Ayrıca, "Ümmetimin misâli yağmura benzer. Onun öncesi mi hayırlıdır, sonrası mı bilinmez" (Tirmizî, Emsâl 6) buyurmuştur. Bu hadîse göre geçmişiyle ve geleceğiyle, öncesiyle ve sonrasıyla, bu ümmetin bütün kuşakları hayırlıdır. Her nesli birbiriyle kaynaşıp bir bütün olmuştur. Tıpkı başının nerede olduğu belli olmayan bir halka gibi veya örülmüş bir bina gibi hayırlılıkta da yekvücuttur.10 Ümmetin öncesinin veya sonunun hayırlı olduğunun bilinmemesi, onun her tarafının hayırlı olduğuna işaret etmektedir. Burada Sahabenin külli fazilette en faziletli, en hayırlı nesil olduğunun ve bu hususta diğer nesillerin onlarla eşit olmasının mümkün olmadığının hatırlardan çıkarılmaması gerekir.
Ümmetin ilk nesli olan Sahabe'nin üstünlüğü; kâfirlerin eziyetlerine sabretmeleri, onlarla mücadele edip dine sıkı sıkıya sarılmaları, onu yayma ve sonraki nesillere ulaştırmada gösterdikleri gayret ve başarılarından kaynaklanmaktadır. Onlardan sonra gelenler, yeryüzünde fesadın, kötülüğün, mâsiyetin ve büyük günahların açıktan açığa işlendiği zamanlarda, dini dosdoğru uygulayıp, Allah'a itaat üzere sabır ve sebat gösterecek olurlarsa, onların da amelleri, tıpkı kendilerinden öncekilerin amelleri gibi değerli ve faziletli olabilir.11 Şüphesiz Muhammed ümmetinin her nesli bu hayırlı oluştan, İslâm'a ve onun değerlerine sahip çıktığı nispette nasibini alacaktır.
Bu Ümmetin Tamamının Hayırlı Olması
Müfessir Râzî, ‘Ümmetin tamamı bu kapsama girer mi?' sorusuna şöyle cevap verir: "Bazı bakımlardan hayırlı olan kimse için ‘hayırlıdır' denebilir. Yüce Allah'ın, bu ümmetin hayırlı olduğunu haber vermesi, onların hiç yanlış yapmadıkları anlamına gelmez. Hattâ hayırlı olmaları, onların küçük günahları işlemeleri şöyle dursun, büyük günaha yönelmelerine de ters düşmez."12 Ümmetin hayırlı olması, çoğunluğunun iyi olmasına bağlıdır. Ehl-i kitap ise Allah'a itaatten çıkmış sapkınlarının çokluğundan dolayı bu özelliğe sahip değildir.13 Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve onun ümmetinin faziletleri ise, sayılamayacak kadar çoktur. Allah, Ümmet-i Muhammed'e, gelmiş geçmiş ümmetlere verdiği faziletler, şeref ve iyiliklerin kat kat fazlasını vermiştir.14
"En hayırlı ümmet" âyeti, aynı zamanda "İşte böylece insanlığa şahitler olmanız, Resulün de size şahit olması için sizi mutedil bir ümmet kıldık." (Bakara, 2/143) âyetindeki dengeli, mutedil, ifrat ve tefrite kaçmayan, âdil ümmet övgüsünün tekrarıdır. "Sizi insanlar içinde bu emanete ehil bulup seçen O'dur." (Hacc, 22/78) âyeti de bu ümmetin en hayırlı ümmet olduğunu teyit etmektedir. Hz. Peygamber de: "Siz, yetmiş ümmeti yetmişe tamamlayan son ümmetsiniz (geçmiş pek çok ümmetin sonuncusu ve en hayırlısısınız). Siz, onların en hayırlısı ve Allah katında en değerli olanısınız." (İbn Mace, Zühd 34) buyurarak ümmetinin, ümmetlerin en hayırlısı olduğunu ilân etmiştir.
Ümmet-i Muhammed'in en hayırlı ümmet olması, diğer ümmetler karşısındaki konumunu ve onlarla mukayesesini ifade etmektedir. Bu ümmetin en hayırlı ümmet olması, onların arasında İslâm'ın daha iyi yaşanması ve iyiliği emredip, münkerden alıkoymanın daha yaygın olmasından kaynaklanmaktadır.15 Onlar, marufu emredip, münkeri nehyetmeleri ve imanları ile en hayırlı ümmet olmaktadırlar. İman ettikleri için şerden yüz çevirerek hayra yönelirler. Böylece sahih iman etmeyen, şer ve fesadın ağır bastığı, iyilikleri yaymayan ve münkeri de nehyetmeyenlerden ayrılırlar.16
Ümmet-i Muhammed kadar Allah'a teslimiyet gösteren, İslâm'a icabet eden başka bir ümmet olmamıştır.17 Önceki ümmetlerde ise, iman hakikatlerinin tanınmaz hâle gelmesi, kötülük ve fesadın yaygınlaşması daha baskın bir özelliktir.18 En hayırlı ümmetsiniz ifadesinden hemen sonra, "Ehl-i kitap da iman etseydi, onlar için hayırlı olurdu." buyrulması, hayırlı olmanın imanla ilgili olduğuna işaret etmektedir. Yani hayırlı olmak için öncelikle tevhid akidesine sahip olmak, sırat-ı müstakim üzere yürümek gerekir. Fakat önceki ümmetler, istikametten sürekli sapmışlardır. Meselâ, Cuma gününde ihtilâf ettiler; Yahudiler Cumartesi, Hıristiyanlar Pazar gününü seçtiler. Kıble hususunda ihtilâf ettiler; Yahudiler Kudüs'e, Hıristiyanlar doğuya döndüler. Namazda ihtilaf ettiler; kimi rükûu, kimi secdeyi yapmaz. Kimi namaz kılarken konuşur, kimisi de yürür. Oruçta da ihtilâf ettiler; kimi gündüzün bir kısmında, kimi de perhiz şeklinde oruç tutar. Hz. İbrahim hakkında ihtilaf ettiler, Yahudiler ve Hıristiyanlar onun kendilerinden olduğunu söylediler. Hz. İsa hakkında da ihtilâf ettiler; Yahudiler onu inkâr ettiler. Annesine bühtanda bulundular. Hıristiyanlar da onu ilâhlaştırdılar. Allah bütün bu hususlarda Ümmet-i Muhammed'i hakka, doğruya hidâyet etmiştir.19
Hz. Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmeti, hayır işlemede, hayra koşmada ümmetler içinde birinci sırayı almıştır. Peygamberinin Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) olması, bunun en önemli sebeplerinden biridir. Çünkü O, mahlûkatın en şereflisi, resullerin en değerlisidir. Allah O'na, önceki peygamberlerden hiçbirine vermediği en büyük ve en mükemmel dini vermiştir. Onun yoluna uygun olarak yapılan az bir amel, öncekilerin çok amellerinden daha hayırlıdır.20 Bundan dolayı onun ümmeti önceki ümmetlere göre daha az amel ile daha çok sevap kazanır ve farklı zamanlarda farklı ümmetlere verilen iyilikler ve güzellikler bu ümmete topluca verilmiştir.21 Allah'ın, Ümmet-i Muhammed'e olan lütuf ve ihsanı, diğer ümmetlere olandan çok daha fazladır. Bunların başında, en güzel örnek, ümmetine düşkün ve "nûr saçan bir kandil olarak gönderilen peygambere" (Ahzâb Sûresi, 33/45) sahip olması gelir. O, ümmetine (davet veya icabet), nurlandırıcı, aydınlatıcı parlak bir kandil; akılları ve gönülleri, cehalet ve şaşkınlık karanlıklarından aydınlatıp, doğru yolu gösteren bir ışık; Allah'tan gelen büyük bir lütuftur.22 Bundan dolayı Şam'ı fetheden Müslümanlar hakkında oradaki Hıristiyan halk, "Bunlar Hz. İsa'nın havarileri hakkında bildiğimiz üstün meziyetlerden daha fazlasına sahipler." demiştir.23
En hayırlı ümmet olarak insanlığa önder ve örnek olmayı hak eden Müslümanların başlıca özellikleri Allah'a, peygamberlerine, kitaplarına, âhiret gününe ve diğer iman esaslarına inanmalarıdır. Onlar imanlarının gereğini yerine getirirler. İyi amel sahibi, dosdoğru, aşırılıklardan uzak, ölçülü, mutedil, dengeli, adaletli tutum ve davranışları sebebiyle en hayırlı ümmet, erdemli toplum olurlar. Dininin ve peygamberinin mükemmelliği sayesinde en hayırlı ümmet olma vasfına ulaşan Muhammed ümmeti, diğer ümmetlere örnek ve rehber konumundadır. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), "güzel ahlâkı" tamamlamak için gönderilmiştir. Ümmet-i Muhammed de bu ahlâkı yaşamak ve insanlığa öğretmek için görevlendirilmiştir. Dolayısıyla "insanlar için çıkarılmış" ifadesi, en hayırlı ümmet olarak, iyi ve güzel olan hususlarda diğer milletlere önder olmayı ifade etmektedir.24 Dünyanın önderliğinin İslâm ümmetinde olduğu zamanlarda, diğerlerinde olduğu ölçüde fitne ve fesadın yayılması, sosyal ve ahlâkî bozulmalar, zulme ve sömürmeye dayalı savaşlar görülmez.25 Yeryüzünün kaynaklarını, hazinelerini ancak Müslümanlar iyi yolda, güzel gayeler için kullanırlar.26 Onlar, bu vasıflara sahip olduklarından, dünyanın en parlak, insanlığa adalet ve huzur getiren medeniyetini kurmuşlardır. İslâm ümmetinin insanlığa olan hayrı ve dünya medeniyetine olan tesiri, bilim, teknoloji, felsefe, tarım ve ticaretle sınırlı kalmamış, edebiyattan âdâb-ı muaşeret düzeyinin yükselmesine, hijyenden, suyun kullanımı ve Rönesans'a kadar hemen her alanda kendini göstermiştir.27 İbn Kesîr'in de belirttiği gibi insanlığa bu ümmetten daha faydalı olan bir topluma rastlamak mümkün değildir.28
Marufu Emredip Münkeri Nehyetmenin Hayırlı Olmayla Münasebeti
"En hayırlı ümmet" âyetindeki, "İyilikleri yayar, kötülükleri önlersiniz; çünkü Allah'a inanırsınız." ifadesi, ayrı bir cümle gibidir ve hayırlı oluşun en önemli sebebini açıklamaktadır. Buna göre Ümmet-i Muhammed'in en hayırlı ümmet olması, marufu emredip münkerden sakındırmasındandır. İslâm ümmeti kadar insanlık içinde iyiliklerin, güzelliklerin yayılmasını ve kötülüklerin engellenmesini isteyen başka bir topluluk yoktur. Buradan, hayırlı olmanın, bahşedilmiş dinî değerlerden gelen vehbî bir tarafı olduğu gibi, fiiliyata yansımasının ve devam ettirilmesinin de kesbî yani gayrete bağlı bulunduğu anlaşılmaktadır. Yoksa en hayırlı ümmet olmak; Yahudi ve Hıristiyanların, Allah'ın evlâtları ve sevgilileri olduklarını söylemeleri gibi (Mâide, 5/17) iddia edilen veya mutlak sahip olunan bir özellik değildir. Onun için ümmetin, tavır ve hareketlerinde hayırlılık vasfını korumaya ve icra etmeye önem vermesi gerekmektedir. Zaten âyette, en hayırlı yerine, en üstün ifadesinin kullanılmamış olması da buna işaret etmektedir.
Sonuç
Ümmet-i Muhammed, sahip olduğu dinî değerler itibariyle en hayırlı ümmet olma vasfını her zaman özünde taşımaktadır. Tutum ve davranışlarıyla da hayırlılığını her zaman göstermektedir.
Müslümanlar, sadece kendilerini değil, bütün insanları hak ve hakikate, birlik ve beraberliğe, karşılıklı yardımlaşmaya, sevgi ve müsamahaya sevk ederler. Onlar, hem kendi toplumlarında hem de yeryüzünde, hak ve adaleti, salahı, iyiliği, paylaşmayı, barışı, huzuru gerçekleştirdikleri için en hayırlı ümmettirler. Onlar, "hayr" kapsamına giren, hak, adalet, merhamet gibi evrensel değerlerinin yayılmasını sağlayarak, yalnız kendileri için değil, diğer milletlerin selâmeti için de hayırlı olmaktadırlar. Hak din İslâm'ın bayraktarı olan Ümmet-i Muhammed, son devirlerdeki gerilemiş hâliyle bile, diğerleriyle mukayese edilemeyecek kadar ileri derecede hayırlı olan ve insanlara iyilik taşıyan bir ümmettir.29 Zamanımızda insanlığın içine düştüğü buhran ve kaosun gittikçe artması, örnek vasıflara sahip olan bu en hayırlı ve insanlığa en faydalı ümmetin önemini daha da artırmaktadır. Bunun için İslâm ümmeti, sahip olduğu özellikleri ihyâ edip canlandırma mecburiyetinde olduğunun şuurunda olmalıdır. Bunu gerçekleştirmenin yolu da Kur'ân'a, Sünnet'e ve altın nesil Sahabe'ye bağlı kalmaktan geçmektedir.
* Araştırmacı - Yazar
aaygun@yeniumit.com.tr
Dipnotlar
1. Râğıb İsfehânî, Müfredât, İst., 1986, s. 231.
2. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsiru'l-kebîr, Beyrut, 1997, 8/254.
3. Mustafa Çağrıcı, "Hayır", DİA, XVII, 43-46.
4. Bkz. Taberî, Câmiu'l-beyân, Beyrut, 1995, 3/61-62; Râzî, 3/323-325; Kurtubî, el-Câmi' li ahkami'l-Kur'ân, Kahire, 1967, 4/171-173; İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'ân'i'l-azîm, Beyrut, 1993, 1/399.
5. Vâhidî, Esbâbu'n-nüzûl, Kahire, 1315 h., s. 87.
6. Kurtubî, 4/171-172; İbn Kesîr, 1/399.
7. Râzî, 3/325.
8. İbn Kesîr, 1/399.
9. Ahmed b. Hanbel, 3/154.
10. Tîbî, Şerhu't-Tîbî, Pakistan, 1413 h., 9/375.
11. Kurtubî, 4/172.
12. Râzî, 2/86.
13. Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, İst., ts., 2/410.
14. İbn Teymiye, el-Fark beyne evliyai'r-rahman ve evliyai'ş-şeytan, Riyad, 1999, s. 55.
15. Kurtubî, 4/171.
16. Merâğî, Tefsiru'l-Merâğî, Mısır, 1974, 4/29.
17. Taberî, 3/61; Kurtubî, 4/171.
18. Zuhaylî, et-Tefsiru'l-münîr, Beyrut, 1991, 4/40.
19. İbn Kesîr, 1/527-528.
20. İbn Kesîr, 1/400.
21. Kastallânî, el-Mevâhibu'l-ledünniyye, Beyrut, 1991, 2/720-722.
22. Elmalılı, 6/325.
23. İbn Kesîr, 6/219.
24. Seyyid Kutup, Fî Zılâli'l-Kur'ân, Beyrut, 1985, 1/447-448; Mevdûdî, Tefhimu'l-Kur'ân, (trc. Komisyon), İnsan Yay., İst., 1987, 1/251.
25. Macit Kîlânî, Ulustan Ümmete, (trc. Murat Serdaroğlu), Pınar Yay., İst., 1994, s. 32.
26. Seyyid Kutup, 5/2448.
27. Jack Goody, Avrupa'da İslâm Damgası, (trc. Şahabettin Yalçın), Etkileşim Yay., İst., 2005, s. 83-116.
28. İbn Kesîr, 1/399.
29. Mevdûdî, 7/265.
Ümmet-i Muhammed'in En Hayırlı Ümmet Olması
Kur'ân-ı Kerîm, insanlık içinde Ümmet-i Muhammed' den daha hayırlı, daha iyi bir ümmet olmadığını ilân etmektedir. Onlar, sahip oldukları yüce özelliklerden dolayı mealen şöyle övülmektedirler: "(Ey Ümmet-i Muhammed!) Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyilikleri yayar, kötülükleri önlersiniz, çünkü Allah'a inanırsınız." (Âl-i İmrân Sûresi, 3/110)
Âyetteki "hayr" kelimesi, herkesin arzu ettiği akıl, adalet, fazilet ve faydalı olan şeyler demektir. Zıttı ise şerdir.1 Müfessir Râzî'ye göre hayr, ibadetler ve bunların hâricinde mahlûkata yapılan iyilikler, emr-i bi'l-maruf ve nehy-i ani'l-münker, sadaka, Allah'ın emirlerini tazim, yaratıklarına şefkat gibi hususlardır.2 Hayr, birçok âyette, salih amel, hasene ve maruf gibi kavramlarla yakın anlamlı olarak, her türlü erdemli tutum ve davranışı ifadede kullanılmıştır. Hayra yapılan davet de bir mânâda refah ve huzura davettir.3
"En hayırlı ümmet" âyeti, müfessirlerin ittifakına göre Ümmet-i Muhammed hakkındadır4 ve onun, ümmetlerin en hayırlısı, en ideali ve en iyisi olduğunu haber vermektedir. Âyetin, Yahudilerden Malik b. Dayf ve Vehb b. Yahuda'nın sahabeden bazılarına, "Bizim dinimiz, sizin bizi çağırmakta olduğunuz dinden daha hayırlı, biz de sizden daha hayırlıyız." demeleri üzerine nazil olması5 da bütün mü'minleri kapsadığını göstermektedir. Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) de: "Peygamberlerden hiçbirine verilmeyen şeyler bana verildi. Korku ile (düşmanın kalbine) yardım olundum, yeryüzünün anahtarları bana verildi, Ahmed diye isimlendirildim, toprak bana temiz kılındı ve ümmetim, ümmetlerin en hayırlısı kılındı." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/98) buyurarak, ümmetinin en hayırlı ümmet olduğunu haber vermiştir.
En hayırlı ümmet hitabıyla, öncelikli olarak kastedilenlerin Sahabe olduğunda ittifak vardır.6 Peygamber Efendimiz de "İnsanların en hayırlıları benim çağdaşlarımdır." (Buhârî, Şehâdât 9; Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 208) buyurmuştur. Fakat bu hitabı sadece Sahabe'ye tahsis etmek doğru değildir. Çünkü âyetin öncesinde ehl-i kitaba hitap edilmekte ve mü'minlerin onlara uymamaları, Allah'ın dinine sıkıca sarılmaları istenmektedir. Mü'minlere, iyiliği emreden, kötülükten sakındıran bir grup oluşturmaları, ihtilâfa düşüp tefrika çıkaranlar gibi olmamaları emredilmekte ve iman edenlerle kâfirlerin âhiretteki durumlarından bahsedilmektedir. (Âl-i İmrân Sûresi, 3/98-107) Dolayısıyla âyetin siyak ve sibakı dikkate alındığında, en hayırlı ümmetten maksadın, Ümmet-i Muhammed olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır. Râzî'nin de belirttiği üzere, "Oruç size de farz kılındı." (Bakara Sûresi, 2/183) gibi âyetler nasıl ki, sadece sahabeye hitap etmiyorsa, aynı şekilde en hayırlı ümmetsiniz hitabı da vahyin ilk muhatapları olan sahabeye hasredilemez.7 Kısacası en hayırlı ümmet ile Hz. Muhammed'den (sallallahu aleyhi ve sellem) itibaren kıyamete kadar gelecek olan İslâm ümmetinin tamamına hitap edilmektedir.8
Hz. Peygamber'in yukarıdaki hadîsinden Sahabe'nin hem bu ümmetin hem de bütün insanlığın en hayırlı nesli olduğu vurgulanmaktadır. Fakat hadîsin devamındaki, "Sonra onlardan sonra gelenler, sonra da onların arkasından gelenler" ifadesi, sahabeden sonraki her neslin, insanların en hayırlı topluluğu olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla bu hadîs, ümmetin her kuşağının kendi zamanının en hayırlı toplumu olduğunu da ifade etmektedir. Nitekim Hz. Peygamber, ümmetinin sonraki nesilleri için de benzer övgülerde bulunmuştur: "Beni görüp de bana iman edene ne mutlu. Beni görmediği hâlde bana iman edene yedi defa ne mutlu." (Ahmed b. Hanbel, 3/71, 155) "Yaratılmışlar arasında iman bakımından en üstün kimseler, henüz atalarının sulblerinde bulunan, beni görmedikleri hâlde bana iman eden, yazılı bir takım kağıtlar görüp de onlarda bulunanlar gereğince amel edenlerdir. İşte onlar, iman ehlinin en faziletlileridir." (Hâkim, Müstedrek, 7/2501) Hz. Peygamber, görmediği hâlde kendisine iman edenlerin kardeşleri olduğunu ve onlarla karşılaşmayı arzuladığını da ifade etmiştir.9 Ayrıca, "Ümmetimin misâli yağmura benzer. Onun öncesi mi hayırlıdır, sonrası mı bilinmez" (Tirmizî, Emsâl 6) buyurmuştur. Bu hadîse göre geçmişiyle ve geleceğiyle, öncesiyle ve sonrasıyla, bu ümmetin bütün kuşakları hayırlıdır. Her nesli birbiriyle kaynaşıp bir bütün olmuştur. Tıpkı başının nerede olduğu belli olmayan bir halka gibi veya örülmüş bir bina gibi hayırlılıkta da yekvücuttur.10 Ümmetin öncesinin veya sonunun hayırlı olduğunun bilinmemesi, onun her tarafının hayırlı olduğuna işaret etmektedir. Burada Sahabenin külli fazilette en faziletli, en hayırlı nesil olduğunun ve bu hususta diğer nesillerin onlarla eşit olmasının mümkün olmadığının hatırlardan çıkarılmaması gerekir.
Ümmetin ilk nesli olan Sahabe'nin üstünlüğü; kâfirlerin eziyetlerine sabretmeleri, onlarla mücadele edip dine sıkı sıkıya sarılmaları, onu yayma ve sonraki nesillere ulaştırmada gösterdikleri gayret ve başarılarından kaynaklanmaktadır. Onlardan sonra gelenler, yeryüzünde fesadın, kötülüğün, mâsiyetin ve büyük günahların açıktan açığa işlendiği zamanlarda, dini dosdoğru uygulayıp, Allah'a itaat üzere sabır ve sebat gösterecek olurlarsa, onların da amelleri, tıpkı kendilerinden öncekilerin amelleri gibi değerli ve faziletli olabilir.11 Şüphesiz Muhammed ümmetinin her nesli bu hayırlı oluştan, İslâm'a ve onun değerlerine sahip çıktığı nispette nasibini alacaktır.
Bu Ümmetin Tamamının Hayırlı Olması
Müfessir Râzî, ‘Ümmetin tamamı bu kapsama girer mi?' sorusuna şöyle cevap verir: "Bazı bakımlardan hayırlı olan kimse için ‘hayırlıdır' denebilir. Yüce Allah'ın, bu ümmetin hayırlı olduğunu haber vermesi, onların hiç yanlış yapmadıkları anlamına gelmez. Hattâ hayırlı olmaları, onların küçük günahları işlemeleri şöyle dursun, büyük günaha yönelmelerine de ters düşmez."12 Ümmetin hayırlı olması, çoğunluğunun iyi olmasına bağlıdır. Ehl-i kitap ise Allah'a itaatten çıkmış sapkınlarının çokluğundan dolayı bu özelliğe sahip değildir.13 Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) ve onun ümmetinin faziletleri ise, sayılamayacak kadar çoktur. Allah, Ümmet-i Muhammed'e, gelmiş geçmiş ümmetlere verdiği faziletler, şeref ve iyiliklerin kat kat fazlasını vermiştir.14
"En hayırlı ümmet" âyeti, aynı zamanda "İşte böylece insanlığa şahitler olmanız, Resulün de size şahit olması için sizi mutedil bir ümmet kıldık." (Bakara, 2/143) âyetindeki dengeli, mutedil, ifrat ve tefrite kaçmayan, âdil ümmet övgüsünün tekrarıdır. "Sizi insanlar içinde bu emanete ehil bulup seçen O'dur." (Hacc, 22/78) âyeti de bu ümmetin en hayırlı ümmet olduğunu teyit etmektedir. Hz. Peygamber de: "Siz, yetmiş ümmeti yetmişe tamamlayan son ümmetsiniz (geçmiş pek çok ümmetin sonuncusu ve en hayırlısısınız). Siz, onların en hayırlısı ve Allah katında en değerli olanısınız." (İbn Mace, Zühd 34) buyurarak ümmetinin, ümmetlerin en hayırlısı olduğunu ilân etmiştir.
Ümmet-i Muhammed'in en hayırlı ümmet olması, diğer ümmetler karşısındaki konumunu ve onlarla mukayesesini ifade etmektedir. Bu ümmetin en hayırlı ümmet olması, onların arasında İslâm'ın daha iyi yaşanması ve iyiliği emredip, münkerden alıkoymanın daha yaygın olmasından kaynaklanmaktadır.15 Onlar, marufu emredip, münkeri nehyetmeleri ve imanları ile en hayırlı ümmet olmaktadırlar. İman ettikleri için şerden yüz çevirerek hayra yönelirler. Böylece sahih iman etmeyen, şer ve fesadın ağır bastığı, iyilikleri yaymayan ve münkeri de nehyetmeyenlerden ayrılırlar.16
Ümmet-i Muhammed kadar Allah'a teslimiyet gösteren, İslâm'a icabet eden başka bir ümmet olmamıştır.17 Önceki ümmetlerde ise, iman hakikatlerinin tanınmaz hâle gelmesi, kötülük ve fesadın yaygınlaşması daha baskın bir özelliktir.18 En hayırlı ümmetsiniz ifadesinden hemen sonra, "Ehl-i kitap da iman etseydi, onlar için hayırlı olurdu." buyrulması, hayırlı olmanın imanla ilgili olduğuna işaret etmektedir. Yani hayırlı olmak için öncelikle tevhid akidesine sahip olmak, sırat-ı müstakim üzere yürümek gerekir. Fakat önceki ümmetler, istikametten sürekli sapmışlardır. Meselâ, Cuma gününde ihtilâf ettiler; Yahudiler Cumartesi, Hıristiyanlar Pazar gününü seçtiler. Kıble hususunda ihtilâf ettiler; Yahudiler Kudüs'e, Hıristiyanlar doğuya döndüler. Namazda ihtilaf ettiler; kimi rükûu, kimi secdeyi yapmaz. Kimi namaz kılarken konuşur, kimisi de yürür. Oruçta da ihtilâf ettiler; kimi gündüzün bir kısmında, kimi de perhiz şeklinde oruç tutar. Hz. İbrahim hakkında ihtilaf ettiler, Yahudiler ve Hıristiyanlar onun kendilerinden olduğunu söylediler. Hz. İsa hakkında da ihtilâf ettiler; Yahudiler onu inkâr ettiler. Annesine bühtanda bulundular. Hıristiyanlar da onu ilâhlaştırdılar. Allah bütün bu hususlarda Ümmet-i Muhammed'i hakka, doğruya hidâyet etmiştir.19
Hz. Muhammed'in (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmeti, hayır işlemede, hayra koşmada ümmetler içinde birinci sırayı almıştır. Peygamberinin Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) olması, bunun en önemli sebeplerinden biridir. Çünkü O, mahlûkatın en şereflisi, resullerin en değerlisidir. Allah O'na, önceki peygamberlerden hiçbirine vermediği en büyük ve en mükemmel dini vermiştir. Onun yoluna uygun olarak yapılan az bir amel, öncekilerin çok amellerinden daha hayırlıdır.20 Bundan dolayı onun ümmeti önceki ümmetlere göre daha az amel ile daha çok sevap kazanır ve farklı zamanlarda farklı ümmetlere verilen iyilikler ve güzellikler bu ümmete topluca verilmiştir.21 Allah'ın, Ümmet-i Muhammed'e olan lütuf ve ihsanı, diğer ümmetlere olandan çok daha fazladır. Bunların başında, en güzel örnek, ümmetine düşkün ve "nûr saçan bir kandil olarak gönderilen peygambere" (Ahzâb Sûresi, 33/45) sahip olması gelir. O, ümmetine (davet veya icabet), nurlandırıcı, aydınlatıcı parlak bir kandil; akılları ve gönülleri, cehalet ve şaşkınlık karanlıklarından aydınlatıp, doğru yolu gösteren bir ışık; Allah'tan gelen büyük bir lütuftur.22 Bundan dolayı Şam'ı fetheden Müslümanlar hakkında oradaki Hıristiyan halk, "Bunlar Hz. İsa'nın havarileri hakkında bildiğimiz üstün meziyetlerden daha fazlasına sahipler." demiştir.23
En hayırlı ümmet olarak insanlığa önder ve örnek olmayı hak eden Müslümanların başlıca özellikleri Allah'a, peygamberlerine, kitaplarına, âhiret gününe ve diğer iman esaslarına inanmalarıdır. Onlar imanlarının gereğini yerine getirirler. İyi amel sahibi, dosdoğru, aşırılıklardan uzak, ölçülü, mutedil, dengeli, adaletli tutum ve davranışları sebebiyle en hayırlı ümmet, erdemli toplum olurlar. Dininin ve peygamberinin mükemmelliği sayesinde en hayırlı ümmet olma vasfına ulaşan Muhammed ümmeti, diğer ümmetlere örnek ve rehber konumundadır. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), "güzel ahlâkı" tamamlamak için gönderilmiştir. Ümmet-i Muhammed de bu ahlâkı yaşamak ve insanlığa öğretmek için görevlendirilmiştir. Dolayısıyla "insanlar için çıkarılmış" ifadesi, en hayırlı ümmet olarak, iyi ve güzel olan hususlarda diğer milletlere önder olmayı ifade etmektedir.24 Dünyanın önderliğinin İslâm ümmetinde olduğu zamanlarda, diğerlerinde olduğu ölçüde fitne ve fesadın yayılması, sosyal ve ahlâkî bozulmalar, zulme ve sömürmeye dayalı savaşlar görülmez.25 Yeryüzünün kaynaklarını, hazinelerini ancak Müslümanlar iyi yolda, güzel gayeler için kullanırlar.26 Onlar, bu vasıflara sahip olduklarından, dünyanın en parlak, insanlığa adalet ve huzur getiren medeniyetini kurmuşlardır. İslâm ümmetinin insanlığa olan hayrı ve dünya medeniyetine olan tesiri, bilim, teknoloji, felsefe, tarım ve ticaretle sınırlı kalmamış, edebiyattan âdâb-ı muaşeret düzeyinin yükselmesine, hijyenden, suyun kullanımı ve Rönesans'a kadar hemen her alanda kendini göstermiştir.27 İbn Kesîr'in de belirttiği gibi insanlığa bu ümmetten daha faydalı olan bir topluma rastlamak mümkün değildir.28
Marufu Emredip Münkeri Nehyetmenin Hayırlı Olmayla Münasebeti
"En hayırlı ümmet" âyetindeki, "İyilikleri yayar, kötülükleri önlersiniz; çünkü Allah'a inanırsınız." ifadesi, ayrı bir cümle gibidir ve hayırlı oluşun en önemli sebebini açıklamaktadır. Buna göre Ümmet-i Muhammed'in en hayırlı ümmet olması, marufu emredip münkerden sakındırmasındandır. İslâm ümmeti kadar insanlık içinde iyiliklerin, güzelliklerin yayılmasını ve kötülüklerin engellenmesini isteyen başka bir topluluk yoktur. Buradan, hayırlı olmanın, bahşedilmiş dinî değerlerden gelen vehbî bir tarafı olduğu gibi, fiiliyata yansımasının ve devam ettirilmesinin de kesbî yani gayrete bağlı bulunduğu anlaşılmaktadır. Yoksa en hayırlı ümmet olmak; Yahudi ve Hıristiyanların, Allah'ın evlâtları ve sevgilileri olduklarını söylemeleri gibi (Mâide, 5/17) iddia edilen veya mutlak sahip olunan bir özellik değildir. Onun için ümmetin, tavır ve hareketlerinde hayırlılık vasfını korumaya ve icra etmeye önem vermesi gerekmektedir. Zaten âyette, en hayırlı yerine, en üstün ifadesinin kullanılmamış olması da buna işaret etmektedir.
Sonuç
Ümmet-i Muhammed, sahip olduğu dinî değerler itibariyle en hayırlı ümmet olma vasfını her zaman özünde taşımaktadır. Tutum ve davranışlarıyla da hayırlılığını her zaman göstermektedir.
Müslümanlar, sadece kendilerini değil, bütün insanları hak ve hakikate, birlik ve beraberliğe, karşılıklı yardımlaşmaya, sevgi ve müsamahaya sevk ederler. Onlar, hem kendi toplumlarında hem de yeryüzünde, hak ve adaleti, salahı, iyiliği, paylaşmayı, barışı, huzuru gerçekleştirdikleri için en hayırlı ümmettirler. Onlar, "hayr" kapsamına giren, hak, adalet, merhamet gibi evrensel değerlerinin yayılmasını sağlayarak, yalnız kendileri için değil, diğer milletlerin selâmeti için de hayırlı olmaktadırlar. Hak din İslâm'ın bayraktarı olan Ümmet-i Muhammed, son devirlerdeki gerilemiş hâliyle bile, diğerleriyle mukayese edilemeyecek kadar ileri derecede hayırlı olan ve insanlara iyilik taşıyan bir ümmettir.29 Zamanımızda insanlığın içine düştüğü buhran ve kaosun gittikçe artması, örnek vasıflara sahip olan bu en hayırlı ve insanlığa en faydalı ümmetin önemini daha da artırmaktadır. Bunun için İslâm ümmeti, sahip olduğu özellikleri ihyâ edip canlandırma mecburiyetinde olduğunun şuurunda olmalıdır. Bunu gerçekleştirmenin yolu da Kur'ân'a, Sünnet'e ve altın nesil Sahabe'ye bağlı kalmaktan geçmektedir.
* Araştırmacı - Yazar
aaygun@yeniumit.com.tr
Dipnotlar
1. Râğıb İsfehânî, Müfredât, İst., 1986, s. 231.
2. Fahruddin er-Râzî, et-Tefsiru'l-kebîr, Beyrut, 1997, 8/254.
3. Mustafa Çağrıcı, "Hayır", DİA, XVII, 43-46.
4. Bkz. Taberî, Câmiu'l-beyân, Beyrut, 1995, 3/61-62; Râzî, 3/323-325; Kurtubî, el-Câmi' li ahkami'l-Kur'ân, Kahire, 1967, 4/171-173; İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'ân'i'l-azîm, Beyrut, 1993, 1/399.
5. Vâhidî, Esbâbu'n-nüzûl, Kahire, 1315 h., s. 87.
6. Kurtubî, 4/171-172; İbn Kesîr, 1/399.
7. Râzî, 3/325.
8. İbn Kesîr, 1/399.
9. Ahmed b. Hanbel, 3/154.
10. Tîbî, Şerhu't-Tîbî, Pakistan, 1413 h., 9/375.
11. Kurtubî, 4/172.
12. Râzî, 2/86.
13. Elmalılı, Hak Dini Kur'ân Dili, İst., ts., 2/410.
14. İbn Teymiye, el-Fark beyne evliyai'r-rahman ve evliyai'ş-şeytan, Riyad, 1999, s. 55.
15. Kurtubî, 4/171.
16. Merâğî, Tefsiru'l-Merâğî, Mısır, 1974, 4/29.
17. Taberî, 3/61; Kurtubî, 4/171.
18. Zuhaylî, et-Tefsiru'l-münîr, Beyrut, 1991, 4/40.
19. İbn Kesîr, 1/527-528.
20. İbn Kesîr, 1/400.
21. Kastallânî, el-Mevâhibu'l-ledünniyye, Beyrut, 1991, 2/720-722.
22. Elmalılı, 6/325.
23. İbn Kesîr, 6/219.
24. Seyyid Kutup, Fî Zılâli'l-Kur'ân, Beyrut, 1985, 1/447-448; Mevdûdî, Tefhimu'l-Kur'ân, (trc. Komisyon), İnsan Yay., İst., 1987, 1/251.
25. Macit Kîlânî, Ulustan Ümmete, (trc. Murat Serdaroğlu), Pınar Yay., İst., 1994, s. 32.
26. Seyyid Kutup, 5/2448.
27. Jack Goody, Avrupa'da İslâm Damgası, (trc. Şahabettin Yalçın), Etkileşim Yay., İst., 2005, s. 83-116.
28. İbn Kesîr, 1/399.
29. Mevdûdî, 7/265.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder