Bu Site Sizin Sizde Yazınızı Gönderin

Evet bu siteye sizlerde yazılarınızı gönderebileceksiniz. Yapmanız gereken içerisinde link ve reklam olmayan yazılarınızı haberdaim@gmail.com adresine mail olarak göndermek.
Hepsi bu kadar. İyi Paylaşımlar
Dikkat edilmesi gerekenler;
Siteye cinsel içerikli, reklam içerikli paylaşımlarda bulunmak yasaktır.

26 Aralık 2012 Çarşamba

Kendi elektriğinizi nasıl üretirsiniz?

Kendi elektriğinizi nasıl üretirsiniz?

* Önce yaşadığınız ve oturduğunuz yerin şartlarını düşünerek kuracağınız tesisin tipine karar vermelisiniz. Eğer güneş paneli ya da rüzgar türbini kuracaksanız, bulunduğunuz bölgedeki elektrik dağıtım şirketine başvurmanız yeterli.
* Kuracağınız tesis suya dayalı küçük ölçekli bir hidroelektrik santrali olacaksa o zaman İl Özel İdaresi’ne ve Devlet Su İşleri’ne başvurmanız gerekiyor.
* Başvuruyu yaptıktan sonra dağıtım şirketi, kuracağınız tesisin trafoya bağlanma şartlarını değerlendirip karar veriyor.
* Talebiniz onaylanırsa izleyeceğiniz en pratik yol, anahtar teslimi proje yapan güvenilir bir firmayla anlaşmak olacaktır.
* Proje hazırlanıp onay aldıktan sonra tesis kurulum süreci başlar. İşin yasal prosedürü tamamlandıktan sonra da tesisiniz işletmeye açılır.
* Çift taraflı bir sayaçla hem tükettiğiniz hem de şebekeye verdiğiniz elektrik aylık olarak ölçülür. Tüketiminizden fazlasının parasal karşılığı, piyasada yenilenebilir enerjiye verilen alım fiyatı üzerinden hesabınıza nakit olarak yatar.
* Tesisinizin ömrü 15-25 yıl arasında değişir.

Hangi tesisi, hangi şartlarla kurabilirsiniz?

Kojenerasyon santralleri

Lisans şartı yok
Şirket kurma zorunluluğu yok
Gerçek/tüzel kişi başvurabilir
Kurulu güç kısıtı yok
Sisteme enerji veremez
Kaçan enerji için bedel ödenmez

Mikrojenerasyon santralleri

* Lisans alma şartı yok
* Şirket kurma zorunluluğu yok
* Gerçek/tüzel kişi başvurabilir
* Tüzel kişi ihtiyaç fazlasını satabilir, gerçek kişi satamaz
* Kurulu güç en fazla 50 kW olabilir

YENİLENEBİLİR ENERJİ SANTRALLERİ
* Lisans alma şartı yok
* Şirket kurma zorunluluğu yok
* Gerçek/tüzel kişi başvurabilir
* Gerçek/tüzel kişi ihtiyaç fazlasını satabilir
* Kurulu güç en fazla 500 kW olabilir
* YEK’teki alım garantisinden faydalanabilir

Türkiye elektrik şebekesinin dağılımı (2010)

Dağıtıcı Trafo sayısı Trafo gücü (MW)
TEDAŞ dağıtım şirketleri 125.424 44.546
Özel dağıtım şirketleri 46.941 14.279
Üçüncü şahıslar 162.734 52.256
Toplam 335.099 111.082

Trafo güç ve kapasiteleri

Trafo gücü (kW) Bağlanabilir toplam kapasite (kW) 1 kişiye 1 yıl içinde tahsis edilebilecek kapasite (kW)

50 15 7.5
100 30 10
160 48 16
250 75 25
400 120 40
630 189 63
800 240 80
1000 300 100
1250 375 100
1600 480 100
2000 600 100
2500 750 100

YEK teşvik fiyatları

Tesis tipi Alım fiyatı (Dolar sent/kWh) Yerli üretim olursa alım fiyatı (Dolar sent/kWh) Toplam en yüksek değer (Dolar sent/kWh)

Hidroelektrik 7.3 2.3 9.6
Rüzgar 7.3 3.7 11
Fotovoltaik güneş 13.3 6.7 20
Yoğunlaştırılmış güneş 13.3 9.2 22.5
Biyokütle 13.3 5.6 18.9
Jeotermal enerji 10.5 2.7 13.2

19 Aralık 2012 Çarşamba

Namaza Nasil Baslayabiliriz?


 
Siz de 5 Vakit Namaz Kilmak Ister misiniz?

 

" Namaz dinin diregidir ."

 ( Hadisi Serif )

 

Hayatimizi kelimelere dokecek olsak onu su sekilde tanimlaya biliriz . Hayat , vesileler toplamidir . Dikkatle bakacak olursak hayatimizin vesilelerle orulu oldugunu gormek hic de zor olmayacaktir .Bir vesileyle dogduk , dogumumuzun vesilesi anne - babamizdi . Bir vesileyle ogrendik , bu vesile ogretmenlerimiz / hocalarimizdi . Bir vesileyle ise girdik , bu vesile bir ahbabimizdi . Bir vesileyle en yakin arkadasimizi tanidik . Goruyorsunuz ya hayat hep bir vesile . Bu yazi da nicin sizin namaza baslamaniza vesile olmasin ki . Vesileler bazen firsattir ve bu firsatlar iyi degerlendirilmelidir ki sonunda kocaman bir KESKE olmasin . Iste bu yazi sizin namaza baslamaniza vesile olmasi icin yazildi . Bu yaziyi sakin bir kafayla ve sakin bir mekanda okumaniz yazidan alacaginiz verimi artiracaktir . Simdi sizi hayatinizin karariyla bas basa birakiyorum . Ve kararinizin bizi sevindirmesini umit ediyorum .

 

"Namaz kilmayi cok istiyorum ama bir turlu kilamiyorum .

Bir ara cok guzel namaza baslamistim ama simdi kilmiyorum"

 

 diyorsaniz lutfen bu yaziyi cok dikkatli okuyunuz . Merak etmeyin size cok kotu seylerden bahsetmeyecegim bilakis size sevineceginiz ama cok sevineceginiz bir haber verecegim . Neyi mi haber verecegim ? Yaziyi sonuna kadar okuyun anlayacaksiniz haberin ne oldugunu .

 

Duydunuz mu ? NLP diye bir bilim var . NLP yani basarinin bilimi . Insanlar nasil basarili oluyorlar ? Basariya ulasmanin yolu nedir gibi konulari icermekte bu bilim . Yalniz bu bilim daha cok dunyevi ( zengin olma , kariyer sahibi olma gibi ) amaclar icin kullanilmaktadir . Biz de bu bilimin temel prensiplerini kullanarak namaz kilmayan / kilmak isteyip de bir turlu namaza baslayamayan Muslumanlara , bu temel prensiplerle namaz kilmanin hic de zor olmadigini gostermek istedik . Eger bir kimse bu prensipleri uygularsa KESINLIKLE AMA KESINLIKLE NAMAZ KILANLARDAN OLACAKTIR !

 

Simdi bu bilimin temel prensiplerini belirtelim .

 

1 - " Bir seyi bir insan yapabiliyorsa siz de yapabilirsiniz . "

 

Evet namaz kilan milyonlarca insan var . Bu insanlar namaz kilabildiklerine gore bunu siz de basarabilirsiniz . Soyler misiniz sizin namaz kilan insanlardan neyiniz eksik ? Bakiniz o kadar insan namaz kiliyor siz nicin kilmayasiniz ki ?

 

2 - " Bir seyi basarabilmek icin onu gercekten istemelisiniz . "

 

 Unutmamak gerekir ki hayatimiz isteklerimizden ibarettir . Size istemediginiz bir seyi hic bir baski kullanmadan kim yaptirabilir veya istemis oldugunuz bir seyi kim engelleyebilir ? Simdi kendi kendinize bir sorun bakalim gercekten namaz kilmayi istiyor musunuz ? % kac istiyorsunuz ? % 10 mu , % 20 mi , % 40 mi , % 70 mi yoksa % 100 mu ? Sunu unutmayiniz ki bir seyi basarabilmek icin onu % 100 istemek gerekir . Yolda giderken bir magazada cok guzel bir kazak gordugunuzu ve onu cok begendiginizi dusunelim . O kazagin sizin olmasi icin ne yapmaniz gerekir ? O kazagi begenmek yetmez % 100 istemeniz gerekir ki o kazagi alasiniz . Yoksa sadece begenmek yetmez degil mi ? Begenip de almadigimiz o kadar cok sey var ki .

 

3 - " Basarabilmek icin o yolda her turlu engeli asmaniz gerekir . "

 

Her seyi isteyebilirsiniz ama bazi engellerden dolayi bu isteklerinizi gerceklestiremezsiniz . Ama istiyorsaniz , cok istiyorsaniz o engeli asar ve o isteginizi yerine getirirsiniz . Basari yolunda VAZGECMEYENLER BASARIR . Magaza ornegine donersek , cok istiyorsunuz ama kazak pahali bu sizi engeller mi ? Cok istiyorsaniz HAYIR . Veya yaninizda o kadar para yok , ne yaparsiniz ? Vaz mi gececeksiniz ? Hani cok istiyordunuz ? Cok istediginiz icin o kazagi ya magazaya borclanip alacaksiniz ya borc bulup alacaksiniz ya da paranizi denklestirdikten sonra alacaksiniz ama hic bir zaman VAZGECMEYECEKSINIZ eger gercekten istiyorsaniz . Namaz kilmak istiyorsunuz ama su abdest olmasa . Abdest almak gercekten istediginiz halde namaz kilmaniza engel olabilir mi? Veya namaz kilmayi cok istiyorsunuz ama namaz surelerini bilmiyorsunuz . Namaz kilmak icin Fatiha suresi ile Kevser suresi yeterlidir ve bu ikisini ezberlemek sizin az bir zamaninizi alacaktir . Namaz kilmak icin az bir zamaninizi veremeyecek misiniz ?

 

4 - " Basari yolunda meydana gelen bazi aksakliklar sebebiyle basari hedefinizden ASLA VAZGECMEYINIZ . "

 

Namaz kilmaya basladiniz ama bir vakit namazinizi kilmadiniz / kilamadiniz . Bu durumda yapilmasi gereken hic bir sey olmamis gibi namaz kilmaya devam etmenizdir . Arkaniza hic bakmayin siz hedefinize yonelin . Araba arka cama bakilarak degil on cama bakilarak surulur .

 

5 - " Hedefinizi ASLA ERTELEMEYIN ! "

 

Namaz kilmaya baslayacaktiniz ama ertelediniz , ertelediniz ne oldu ? Bir turlu namaza baslayamadiniz . Ertelemek istegi oldurur ve basarinin en buyuk dusmanidir . Namaza baslamak istiyorsaniz HEMEN SIMDI baslamalisiniz . Eger ben yarin baslayacagim , aksama baslayacagim , Cuma gunu baslayacagim diyorsaniz , ben size soyleyeyim KESINLIKLE BASLAYAMACAKSINIZ ! Hz . Peygamber ( s .a .v ) soyle buyurdu

 

" ERTELEYENLER HELAK OLMUSTUR! "

 

6 - " Basariya ulasmak icin hedefinizi her zaman canli tutunuz . "

 

Namaza basladiniz , sizin hedefiniz bu degildi . Siz 5 vakit namaz kilmak istiyordunuz . Iste bunu gerceklestirebilmek icin hedefiniz her zaman canli olmali . Bu tipki cep telefonuna benziyor . Cep telefonunuz sarzi bulundugu muddetce ise yarar . Sarz bitti mi onu sarzetmek lazim ki ise yarasin oyle degil mi ? Namaz da oyle , sarzi bitirmemek lazim , sarz bittiginde kendimizi namaz konusunda sarzetmemiz gerekir ki bunu yapmazsak iste o zaman namazi birakiriz . Kendimizi bu konuda sarzetmek icin sohbetlere gitmeli , namaz kilanlarla birlikte olmaliyiz . Sohbetlere gitmek ve namaz kilanlarla birlikte olmak bize her zaman namaz kilma hedefimizi canli tutacaktir . Hedefinizin canli kalmasi icin elinizden geleni yapiniz cunku o canliligini kaybederse hedefiniz can verecektir .

 

7 - " Hedefinize ulasmak icin cevrenizdekilere karsi sagir olunuz . "

 

Siz simdi namaza basladiniz ; arkadaslariniz , aileniz sizinle dalga gecebilir . " Ooo Hoca mi oldun? Sen asla 5 vakit namaz kilamazsin . Tamam simdi kilarsin ama gor bak 3 gun surmez ." gibi bir suru laf isitebilirsiniz cevrenizden iste butun bunlara karsi sagir olun hatta cevap bile vermeyin . Siz hedefinize yogunlasin bos verin boyle seyleri . Siz hedefinizden ASLA AMA ASLA VAZGECMEYIN .

 

Evet iste o tarihi an geldi . Simdi kendi kendimize soz verecegiz ve boylelikle namaza baslamis olacagiz bundan sonra soyledigimiz gibi..

 

Namaz kilma idealiniz icin , USENMEYIN , ERYELEMEYIN ve ASLA VAZGECMEYIN .

 

" Simdi kendi kendime soz veriyorum . Namaz kilacagim ve hic bir zaman namazi birakmayacagim . Hicbir zaman namaz kilma hedefimden vazgecmeyecegim ."

 

Soz mu ? SOZ .

 

Ben inaniyorum ki SEN sozunu yerine getireceksin . Cunku SEN istedin mi YAPARSIN .
 


Bütün Kağıt Paralar (ilgilenenlere)

Kağıt para kolleksiyonu

























 




 












 

Deepak Chopra "Başarının Kanunu"


BAŞARIYA GÖTÜREN YEDİ BASAMAKLI YOL

İnsan potansiyeli alanında sayısız kitabı olan Deepak Chopra, ''Başarının Kanunu'' adlı kitabında, başarıya götüren 7 anahtar veriyor.

Başarı, hedeflere adım adım ulaşmak olarak tanımlanabilir. Başarı denince akla ilk olarak maddi başarı gelse de, bu başarının bir tek yönüdür. Başarı aynı zamanda, kendini ve yaşamı da başarmaktır: İyi ilişkiler, özgüven, özgürlük, duygusal ve psikolojik denge, mutluluk duygusu, iç huzur...

Başarılı olmayı hemen herkes ister ama gene aynı çoğunluk başarının, çok çalışma ve gerektiğinde birilerine zarar verme pahasına elde edilebileceği düşünülür. Bedeli yüksektir kısacası.

Dr. Deepak Chopra'nın, ''Başarının Kanunu'' adlı kitabı tam da bu noktada karşımıza çıkıyor: Chopra, doğayla uyum içinde yaşadığımızda, ne o kadar çabaya, ne de bu bedellere gerek kalmayacağını söylüyor. İşte Chopra'nın anlattığı, mutluluğa götüren yedi anahtar...

 

1- Salt mümkünlük kuralı

Deepak Chopra kitabına, ilk tinsel kural olarak salt mümkünlük kuralı ile başlamış. Bu kurala göre, gerçek doğanızı, özünüzü ne kadar çok anlarsanız, salt mümkünlük alanına o kadar çok yaklaşırsınız.

Salt mümkünlük kuralını nasıl uygulayabilirim?

* Chopra'nın özellikle altını çizdiği noktalardan birisi yargılamamak ve yargıda bulunmaktan kaçınma çalışması. Diyor ki, ''Bugün olup biten hiçbir şeyi yargılamayacağım diyerek güne başlayın ve gün boyunca yargıda bulunmaktan kaçının.''

* Her gün, en azından bir çiçeği koklayarak, mümkünse denizin ya da bir akarsuyun sesini dinleyerek, günbatımını izleyerek doğayı, her canlıda bulunan zekâyı gözlemlemek için zaman ayırın.

*  Her gün sessiz kalmak ve yalnızca var olmak için zaman ayırın.

 

2- Verme kuralı

Chopra bu kuralı, ''Evrenin işleyişi, dinamik alışverişle olur: Vermek ve almak evrendeki enerji akışının farklı yönleridir'' diye açıklamış ve devam etmiş: ''Ne kadar çok verirseniz, o kadar çok alırsınız çünkü evrendeki bolluğun yaşamınızdaki dolaşımını korumuş olursunuz. Aslında, yaşamda değerli olan her şey vermekle çoğalır. Vermekle çoğalmayan şey ise ne vermeye, ne de almaya değerdir. Vermenin ve almanın ardındaki en önemli şey niyettir. Niyet, daima veren ve alan için mutluluk yaratmak olmalıdır.''

Verme kuralının uygulanması:

* Nereye gitsem ve kiminle karşılaşsam, ona bir armağan götüreceğim: Bu armağan bir iltifat, bir çiçek ya da bir dua olabilir.

*  Bugün yaşamın bana sunduğu bütün armağanları minnet duygusuyla alacağım.

* Birileriyle her karşılaştığımda, sessizce onlara mutluluk, sevinç ve kahkahalarla dolu bir hayat dileyeceğim.

 

3- Karma ya da neden sonuç kuralı

Her eylem bize aynı türde geri dönen bir enerji üretir: Ne ekersek onu biçeriz. Düşüncelerimiz, sözcüklerimiz ve yaptıklarımız etrafımıza ördüğümüz ağın iplikleridir. Başkalarına mutluluk getiren eylemleri seçtiğimizde, neden sonuç kuralının meyvesi mutluluk ve başarı olur.

Neden-sonuç kuralı nasıl uygulanır?

* Bugün, her an yaptığım seçimleri gözleyeceğim. Bu seçimleri yalnızca gözlemekle, onları bilinçli algılama alanıma getireceğim.

* Ne zaman bir seçim yapsam, kendime iki soru soracağım: ''Yapmakta olduğum bu seçimin sonuçları ne olabilir?'' ve ''Bu seçim bana ve bu seçimden etkilenenlere başarı ve mutluluk getirecek mi?''

* Bana rehberlik etmesi için yüreğime danışacağım ve onun rahatlık ya da rahatsızlık mesajlarına göre yönümü tayin edeceğim. Eğer seçimim rahatsızlık duygusu veriyorsa duracak ve yüreğimin gözüyle eylemlerimin sonuçlarını izleyeceğim.

 

4- Asgari çaba kuralı

Chopra, asgari çaba kuralını, ''Doğa zekâsının, çaba gerektirmeyen bir kolaylıkla ve sınırsız bir kaygısızlıkla işlediği gerçeği üzerine kurulmuştur: Kuşlar uçmaya çalışmaz, uçar; çiçekler açma çabası göstermez, sadece açarlar. Bu asgari çabanın, direnç göstermemenin ilkesidir. İşte bu nedenle de, uyum ve sevgi ilkesidir'' şeklinde anlatıyor.

Asgari çaba kuralı nasıl uygulanır?

* Bugün kişileri, olayları, durumları oldukları gibi kabul edeceğim.

* Her şeyi olduğu gibi kabullenerek, içinde bulunduğum durumun ve sorun olarak gördüğüm bütün olayların sorumluluğunu üstleneceğim. Sorumluluğun, içinde bulunduğum durum için hiç kimseyi (kendim dahil) suçlamamak olduğunu biliyorum.

 

5- Niyet ve arzu kuralı

Her niyet ve arzunun yapısında gerçekleşmesini sağlayan mekaniği mevcuttur. Bir niyeti salt mümkünlüğün bereketli zeminine attığımız zaman bu sonsuz düzenleme gücünün lehimize çalışmasını sağlarız.

Niyet ve arzu kuralı nasıl uygulanır?

* Bütün arzularımın bir listesini yapacağım. Nereye gitsem bu listeyi de yanımda götüreceğim. Gece yatmadan önce, sabah uyandığımda bu listeye bakacağım.

* Arzularımın bu listesini salıverip yaradılışa teslim edeceğim. Bunu yaparken işler istediğim gibi gitmediğinde bunun bir nedeni olduğuna ve evrensel planın benim için kendi tasarladıklarımdan çok daha büyük projeleri olduğuna inanacağım.

 

6- Bağlanmama kuralı

Deepak Chopra diyor ki, ''Hiçir şeye bağlanmamak belirsizliğin bilgeliğini barındırır. Belirsizliğin bilgeliğindeyse geçmişteki şartlanmaların hapishanesi olan bilinenden bağımsız olma vardır. Her şeyin mümkün olduğu bu alana, yani bilinmeyene geçmeyi istediğimiz zaman, kendimizi tüm evrenin dansını düzenleyen yaratıcı zekâya teslim etmiş oluruz.''

Nasıl uygulayabilirim?

* Bugün kendime ve çevremdekilere oldukları gibi olma özgürlüğünü tanıyacağım. Sorunlara zorla çözüm bulmaya çalışarak, yeni sorunlar yaratmayacağım.

* Bugün belirsizliği yaşantımın temel bir öğesi olarak kabul edeceğim. Belirsizliği gönülden kabul etmemle birlikte tüm karmaşanın içinde çözümler belirmeye başlayacaktır.

* Tüm imkânlar alanına adım atacağım ve kendimi sonsuz seçeneklere açık tuttuğum zaman ortaya çıkacak mükemmel heyecanı bekleyeceğim.

 

7- Dharma kuralı ya da yaşamın amacı

Dharma, ''yaşamın amacı'' anlamına gelen Sanskritçe bir sözcük. Dharma kuralı, bir amaca ulaşmak için maddi şekle büründüğümüzü söylüyor, ''Herkesin yaşamda bir amacı vardır'' diyor Chopra: ''Başkalarına vereceği benzersiz bir armağan ya da özel bir yetenek. Biz bu benzersiz yeteneği başkalarına hizmetle birleştirdiğimiz zaman, bütün amaçların nihai amacı olan kendi ruhumuzun coşkusunu ve mutluluğunu yaşarız. ''

Dharma kuralının uygulanması:

* ''Nasıl hizmet edebilirim?'' ve ''Nasıl yardımcı olabilirim?'' sorularını kendime her gün soracağım.

* Benzersiz yeteneklerimin ve onları ortaya koyarken yapmayı sevdiğim şeylerin tümünün bir listesini yapacağım. Benzersiz yeteneklerimi dışa vurup bunları insanlığın hizmetinde kullandığımda, zamanı unutur ve başkalarının yaşamına olduğu kadar kendi yaşamıma da zenginlik yaratırım.(alıntıdır)...

12 Aralık 2012 Çarşamba

Sultan Vahdettin Han'ın kabri şerifi


VI. Mehmet Vahdettin'in mezarı nerede bulunmaktadır?

Şam

Şam'da Vahdettin'İn Mezarı

Şam'da Süleymaniye Tekkesinin hemen arka tarafında yer alan hazirede son Osmanlı padişahın VI. Mehmet Vahdettin'in açık mezarı. Hazirede ayrıca Osmanlı hanedanının diğer pek çok üyesinin de kabri bulunuyor.



.

__,_.,___

11 Aralık 2012 Salı

Sofra tuzuna eklenen Zararlı katkı maddeleri

BUNLARI BİLİYORMUSUNUZ?
Sofra tuzuna eklenen Zararlı katkı maddeleri;

Sodyum alüminyum silikat(E173): Renklendirici ve nem tutucu olarak kullanılan katkıdır.Zehirlidir ve katkı maddeleri dahil her türlü maddeye karşı aşırı duyarlılığa neden olabilir.Dünyanın çoğu ülkesinde yasaklanmıştır.Alimünyum bazlı nem tutucuların beyin dokularına yerleşerek öğrenme bozukluğu,zeka geriliği ve felçlere sebep olduğu tespit edilmiştir.

Titanyum Dioksit: Nano parçacıkları nem tutucu ve beyazlatıcıdır.Bunlarla birlikte iyotlu tuza potasyum iyodür katılmaktadır.Potasyum iyodürün iyot stabilizörü Sodyum Tiyo sülfattır.Potasyum iyodür çok zararlı bir maddedir ve tek başına troid bezinin dengesizliğine neden olur.

Tuz İmalinde Kullanılan Zehir POTASYUM FERRO SİYANÜR (K4Fe[CN]6)

Sofra ve salamura tuzların üretiminde topaklanmayı önleyici gıda katkı maddesi (anti-caking ajan) başka bir deyişle tuzun akıcılığını sağlamak gayesiyle ilave gıda maddesi olarak kullanılan, E536 numaralı emülgatör olarak bilinen Potasyum Ferrsiyanür (K4Fe[CN]6) üst düzey toksik bir maddedir. Erime sıcaklığı 70 derece santigrad olan Potasyum Ferro Siyanür, asitler ve oksitleyici maddelerle reaksiyonu neticesinde parçalanarak yine üst düzey toksik bir madde olan Hidrojen Siyanüre (HCN) dünüşmektedir. Amerikan Gıda ve İlaç Ajansı (FDA) tarafından gıda katkı maddesi olarak kullanımı yasaklanmıştır. Fakat ne yazık ki ülkemizdeki tüm tuz imalatçıları tarafından hala fütursuzca kullanılarak insanlarımız zehirlenmektedir.
Çaremiz var ama 84 mineralli A kalite doğal himalaya tuzu. kullanmak.

30 Kasım 2012 Cuma

EĞER YILDIZLAR BİRBİRLERİNE BİRAZ DAHA YAKIN OLSALARDI

EĞER YILDIZLAR BİRBİRLERİNE BİRAZ DAHA YAKIN OLSALARDI
Uzay

"Öyleyse maddenin ardında başka bir şey olmalıdır, bir şekilde onu kontrol eden bir şey. Ve bu, denilebilir ki, bir Yaratıcı'nın varlığının matematiksel kanıtıdır."

Guy Murchie, Amerikalı bilim yazarı (1)

YıldızMilattan sonra 1054 yılının 4 Temmuz gecesi, Çin İmparatorluğu'nun astronomları, gökyüzünde çok dikkat çekici bir olayın gerçekleştiğini gözlemlediler. Gökyüzündeki boğa burcunun yakınlarında, aniden çok parlak bir yıldız ortaya çıktı. Yıldız o kadar parlaktı ki, ışığı gündüzleri bile kolaylıkla farkedilebiliyor, gece ise neredeyse Ay'dan daha parlak görünüyordu.
Çinli astronomların gördükleri ve kaydettikleri bu olay, evrendeki en ilginç astronomik oluşumlardan biriydi aslında. Bu bir "süpernova"ydı.
Süpernova deyimi, astronomlar tarafından bir yıldızın patlayarak dağılmasını isimlendirmek için kullanılır. Dev bir yıldız, korkunç bir patlama ile kendisini yok eder ve içindeki madde de yine korkunç bir hızla dört bir yana dağılır. Bu patlama sırasında yayılan ışık, yıldızın normal ışımasından binlerce kat daha kuvvetlidir.
Astronomlar süpernovaların evrenin oluşumunda çok önemli bir rol oynadığını düşünürler. Bu patlamalar, astronomların tahminine göre, maddenin evrende bir noktadan başka noktalara taşınması işine yarar. Patlama sonucunda dağılan yıldız artıklarının, evrenin başka köşelerinde birikerek yeniden yıldızlar ya da yıldız sistemleri oluşturduğu varsayılmaktadır. Bu varsayıma göre, Güneş, Güneş Sistemi içindeki gezegenler ve bu arada elbette bizim Dünyamız da, çok eski zamanlarda gerçekleşmiş bir süpernova patlamasının sonucunda ortaya çıkmıştır.
Ancak işin ilginç yanı, ilk bakışta basit birer patlama gibi durabilecek olan süpernovaların, gerçekte çok hassas bazı dengeler üzerine kurulmuş olmalarıdır. Michael Denton, Nature's Destiny (Doğanın Kaderi) adlı kitabında şöyle yazar:

Süpernova
Hubble uzay teleskopu tarafından görüntülenen 1987A isimli süpernova.

Süpernovalar ve aslında bütün yıldızlar arasındaki mesafeler çok kritik bir konudur. Galaksimizde yıldızların birbirlerine ortalama uzaklıkları 30 milyon mildir. Eğer bu mesafe biraz daha az olsaydı, gezegenlerin yörüngeleri istikrarsız hale gelirdi. Eğer biraz daha fazla olsaydı, bir süpernova tarafından dağıtılan madde o kadar dağınık hale gelecekti ki, bizimkine benzer gezegen sistemleri büyük olasılıkla asla oluşamayacaktı. Eğer evren yaşam için uygun bir mekan olacaksa, süpernova patlamaları çok belirli bir oranda gerçekleşmeli ve bu patlamalar ile diğer tüm yıldızlar arasındaki uzaklık, çok belirli bir uzaklık olmalıdır. Bu uzaklık, şu an zaten var olan uzaklıktır.(2)
Süpernovaların oranları ve yıldızların mesafeleri, aslında evrenin sahip olduğu büyük düzenin çok küçük iki ayrıntısıdır. Evreni biraz daha detaylı olarak incelediğimizde ise, karşılaştığımız düzen olağanüstüdür. Bunlardan bir tanesi de yıldızlar arasındaki mesafedir.


Boşluklar Niçin Var?
Big Bang'den sonra ortaya çıkan evren, öncelikle sadece hidrojen ve helyumdan ibaret bir gaz yığını olmuş, sonra ise bu gaz yığını, özellikle tasarlanmış olduğu açık olan nükleer reaksiyonlarla daha ağır elementleri meydana getirmiştir. Ama evrenin yaşam için uygun bir yer haline dönüşmesi, sadece ağır elementlerin varlığıyla mümkün olmaz. Bundan da önemli olan bir nokta, evrenin nasıl bir şekil ve düzen aldığıdır.
Bu incelemeye, önce evrenin ne kadar büyük olduğuna bakarak başlayalım.
Dünya gezegeni, bildiğimiz gibi Güneş Sistemi'nin bir parçasıdır. Bu sistem, evrenin içindeki diğer yıldızlara göre orta-küçük bir yıldız olan Güneş'in etrafında dönmekte olan dokuz gezegenden ve onların elli dört uydusundan oluşur. Dünya, sistemde Güneş'e en yakın üçüncü gezegendir.
YıldızlarÖnce bu sistemin büyüklüğünü kavramaya çalışalım. Güneş'in çapı, Dünya'nın çapının 103 katı kadardır. Bunu bir benzetmeyle açıklayalım; eğer çapı 12.200 km. olan Dünya'yı bir misket büyüklüğüne getirirsek, Güneş de bildiğimiz futbol toplarının iki katı kadar büyüklükte yuvarlak bir küre haline gelir. Ama asıl ilginç olan, aradaki mesafedir. Gerçeklere uygun bir model kurmamız için, misket büyüklüğündeki Dünya ile top büyüklüğündeki Güneş'in arasını yaklaşık 280 metre yapmamız gerekir. Güneş Sistemi'nin en dışında bulunan gezegenleri ise kilometrelerce öteye taşımamız gerekecektir.
Ancak bu kadar dev bir boyuta sahip olan Güneş Sistemi, içinde bulunduğu Samanyolu galaksisine oranla oldukça mütevazidir. Çünkü Samanyolu galaksisinin içinde, Güneş gibi ve çoğu ondan daha büyük olmak üzere yaklaşık 250 milyar yıldız vardır. Bu yıldızların içinde Güneş'e en yakın olanı Alpha Centauri'dir. Eğer Alpha Centauri'yi az önce yaptığımız ölçeğe, yani Dünya'nın misket büyüklüğünde olduğu ve Güneş ile Dünya'nın arasının 280 metre tuttuğu ölçeğe yerleştirirsek, onu Güneş'in 78 bin kilometre uzağına koymamız gerekir!

Evren

Modeli biraz daha küçültelim. Dünya'yı gözle zor görülen bir toz zerresi kadar yapalım. O zaman Güneş ceviz büyüklüğünde olacak ve Dünya'ya üç metre mesafede yer alacaktır. Bu ölçek içinde Alpha Centauri'yi ise Güneş'ten 640 kilometre uzağa koymamız gerekir.
Samanyolu galaksisi, işte aralarında bu denli inanılmaz mesafeler bulunan 250 milyar yıldızı barındırır. Spiral şeklindeki bu galaksinin kollarının birisinde, bizim Güneşimiz yer almaktadır.
Ancak ilginç olan, Samanyolu galaksisinin de uzayın geneli düşünüldüğünde çok "küçük" bir yer oluşudur. Çünkü uzayda başka galaksiler de vardır, hem de tahminlere göre, yaklaşık 300 milyar kadar!... Bu galaksilerin arasındaki boşluklar ise, Güneş ile Alpha Centauri arasındaki boşluğun milyonlarca katı kadardır.
George Greenstein, bu akıl almaz büyüklükle ilgili, The Symbiotic Universe (Simbiyotik Evren) adlı kitabında şöyle yazar:
Eğer yıldızlar birbirlerine biraz daha yakın olsalar, astrofizik çok da farklı olmazdı. Yıldızlarda, nebulalarda ve diğer gök cisimlerinde süregiden temel fiziksel işlemlerde hiçbir değişim gerçekleşmezdi. Uzak bir noktadan bakıldığında, galaksimizin görünüşü de şimdikiyle aynı olurdu. Tek fark, gece çimler üzerine uzanıp da izlediğim gökyüzünde çok daha fazla sayıda yıldız bulunması olurdu. Ama pardon, evet; bir fark daha olurdu: Bu manzarayı seyredecek olan "ben" olmazdım... Uzaydaki bu devasa boşluk, bizim varlığımızın bir ön şartıdır.(3)
Greenstein, bunun nedenini de açıklar; uzaydaki büyük boşluklar, bazı fiziksel değişkenlerin tam insan yaşamına uygun biçimde şekillenmesini sağlamaktadır. Ayrıca Dünya'nın, uzay boşluğunda gezinen dev gök cisimleriyle çarpışmasını engelleyen etken de, evrendeki gök cisimlerinin arasının bu denli büyük boşluklarla dolu oluşudur.

Kısacası evrendeki gök cisimlerinin dağılımı, insanın yaşamı için tam olması gereken yapıdadır. Dev boşluklar, amaçsız yere ortaya çıkmamışlardır; amaçlı bir yaratılışın sonucudurlar.

Alıntılar

(1) Guy Murchie, The Seven Mysteries of Life, Boston: The Houghton Mifflin Company, 1978, s. 598
(2) Michael Denton, Nature's Destiny, s. 11
(3) George Greenstein, The Symbiotic Universe, s. 21

AMİN ALAYI

Eskiden okula törenle başlardık


Osmanlı döneminde çocukların okula başlaması büyük törenlerle olur, bütün mahalle eğlenerek coşku içinde çocuklarını okula gönderirdi.

Osmanlı döneminde çocuklar, dört ile altı yaş arasında okula başlarlardı. İlkokul eğitimi veren okullara sıbyan mektebi, mahalle mektebi veya taş mektep denirdi. Çoğu taştan camilere bitişik inşa edilen mektepler, büyük bir odadan ibaret olurdu. Mekteplerin caminin yakınında olması çocukların dini eğitim almaları içindi.

TÖRENE
BED-İ BESMELE DENİRDİ
Çocukların okula başlaması gelenek haline gelmiş törenlerle olurdu. Çocuğu okula başlayacak bir aile ziyafetler düzenler, mektebin hocasına hediyeler verilirdi. Okuldaki diğer öğrencilere de şeker, simit vs. dağıtılırdı.
Aileler çocuklarının mektebe başlama gününü kandillere denk getirmeye çalışırlardı. Eğer kandile denk gelmezse çocuklar pazartesi veya perşembe günleri okula başlarlardı. Okula başlayacak çocuğu olan aile evlerini baştan aşağı temizler, ailenin kadınları temizlikten sonra okula gidecek öğrenci adayıyla birlikte hamama giderek eğlenirlerdi.
Çocuğun okula başlayacağı gün, bütün aile hava aydınlanmadan kalkardı. Yeni elbiseler giydirilen çocuğun boynuna işlemeli bir Kur'an cüz kesesi asılırdı. Fesin giyildiği dönemde çocuğun başındaki püskül mavi olur ve fese bir nazarlık takılırdı. Evden hazırlıklar bittikten sonra Eyüp Sultan ve Fatih türbeleri ziyaret edilirdi.
Aile türbe ziyaretinden döndükten sonra mektebin diğer çocukları okula başlayacak arkadaşlarını evinden alarak ilahi ve aminlerle götürmek için eve gelirlerdi. Çocukların okula törenle başlamalarına "amin alayı" veya "bed-i besmele" denirdi.
Mektebe başlayacak çocuk evin önünde kendisini bekleyen süslenmiş ata bindikten sonra tören başlardı. İlahicilerin dualarını amincilerin "Amin amin" " sözleri takip ederdi.
Çocuk ata bindirildikten sonra amin alayı yürümeye başlardı. Alayın en önünde atlas yastık üzerinde sırmalı cüz kesesiyle elifba taşınırdı. Arkasından da başının üzerinde çocuğun okulda oturacağı minder ve elifbayı koyacağı rahleyi taşıyan birisi giderdi. Bu iki kişiyi ata binmiş çocuk takip eder, arkasından da mektep hocası, hocanın yardımcıları, ilahiciler ve aminciler gelirdi.
Törende çocuğun akrabaları ve davetliler de bulunurdu. Çocukların anneleri ve mahallenin kadınları da okula başlayan çocuğa eşlik ederlerdi. Ayrıca töreni seyretmek isteyenler yol boyunca dizilirlerdi.

OKULLAR
TEK ODADAN İBARETTİ
Amin alayı ilahiler eşliğinde okulun önüne gelince, okul hocasının yardımcılarından biri öğrenciyi elinden tutarak okula götürürdü. Okuldan içeri giren çocuk hocasının elini öptükten sonra arşısında bulunan minderine otururdu. Besmele çeken hoca cüzde Arap alfabesinin ilk harfi olan "Elif" i göstererek adını yüksek sesle söylerdi. Ardından da "Bugünlük dersin bu kadar, unutursan kulaklarını çekerim" derdi.
Okullar çoğunlukla tek bir odadan oluştuğu için eğitim bir hoca tarafından yürütülürdü. Mektep hocası da genellikle caminin imamı olurdu. Öğrenciler arasında sınıf ayrımı yoktu. Hoca seviyelerine göre öğrencilerle gruplar halinde çalışırdı. Hocanın kendileriyle ilgilenmediği zaman öğrenciler ya yazı yazar, ya da istirahat ederlerdi. Eğitim kesintisiz olarak devam ederdi ve tatil diye bir kavram yoktu. Öğrenciler de senenin istedikleri ayında eğitime başlarlardı. Okula kız erkek karışık giderdi.
Okulun masrafları mahalle halkı tarafından çekilirdi. Okulda çocuğu olan aile mektebin hocasına gücüne göre para veya kumaş, koyun, yiyecek, ayakkabı gibi şeyler verirlerdi. Ayrıca okulun ısınma ve diğer giderlerini de aileler karşılardı. Fakir çocuklar ile öksüz ve yetimler için kurulmuş vakıflar vardı.
Mektepte eğitim Osmanlı döneminde kullanılan alfabenin öğrenilmesiyle, yani "elifba" ile başlardı. Alfabe bazen tekerlemelerle öğrenilirdi. Sıbyan mekteplerinde Kur'an, ilmihal bilgileri, namaz sureleri ve matematik öğretilirdi.
Okullarda eğitim öğlende yemek ve namaz arası haricinde kesintisiz devam ederdi. Teneffüs yoktu. Okullar mahalle mektebi olduğu için öğrenciler evlerine giderek yemeklerini yiyip, tekrar okullarına dönerlerdi. Okullarda öğretimin yanında terbiyeye de önem verilir, suç işleyen veya yanlış bir davranışta bulunan çocuk falakaya yatırılarak cezalandırılırdı.
Öğrenci Kur'an'da belli bir yere geldiğinde hocasının elini öpüp, hocanın yardımcılarından biriyle evine giderdi. Evde büyüklerinin elini öperek eğitiminin belli bir seviyeye geldiğini gösterirdi. Öğrencinin ailesi durumlarına göre hocanın yardımcısına bir hediye verirdi. Sıbyan mekteplerini bir öğrencinin bitirmesi, hatim indirmesi, yani Kur'an'ın tamamını okumasıyla olurdu. Eğitim iki üç yıl sürerdi. Öğrencilerin hatim indirmelerinde tören yapılırdı. Öğrencinin ailesi ziyafet hazırlar, hocaya hediyeler verirdi. Mahalle mektebini bitiren okumaya kabiliyetli ise medreseye gider, yeteneği veya durumu uygun olmayan da bir sanat öğrenirdi.

EVRENDEKİ SONSUZLUK KAVRAMI (UZAY)


EVRENDEKİ SONSUZLUK KAVRAMI
Uzay

UzayGüneş Sistemi'nin yapısı, her türlü ayrıntısıyla birlikte canlılar için özel bir tasarıma sahiptir. Bir başka deyişle, evrenin fiziksel yasaları gibi Dünya'nın uzaydaki konumu da, bu evrenin insan yaşamı için tasarlanmış olduğunu gösteren kanıtlar içermektedir. Yapılan tüm araştırmalar bu kusursuz düzenin ve tasarımı sonsuz bir güç ve akıl sahibi olan Allah'ın yarattığını tasdik etmektedir.
Kâinatta kusursuz bir düzen bulunmaktadır. Bu kusursuz düzen içinde Güneş Sistemi çok küçük bir yer tutmaktadır. Ancak kâinata göre bir nokta tanesi kadar küçük olan bu sistem, bize göre çok büyüktür. Güneş Sistemi'nin büyüklüğünü biraz daha detaylı düşünelim.

 

 

Evren

Uçsuz Bucaksız Evren
Bu sistem, evrenin içindeki diğer yıldızlara göre orta-küçük bir yıldız olan Güneş'in etrafında dönmekte olan dokuz gezegenden ve onların elli dört uydusundan oluşur. Dünya, sistemde Güneş'e en yakın üçüncü gezegendir. Güneş'in çapı, Dünya'nın çapının 103 katı kadardır. Ancak bu kadar dev bir boyuta sahip olan Güneş Sistemi, içinde bulunduğu Samanyolu Galaksisi'ne oranla oldukça mütevazidir. Çünkü Samanyolu Galaksisi'nin içinde, Güneş gibi ve çoğu ondan daha büyük olmak üzere yaklaşık 250 milyar yıldız vardır. Spiral şeklindeki bu galaksinin kollarının birisinde, bizim Güneşimiz yer almaktadır.

Güneş Sistemi

Galaksiler
Üstteki resimde değişik galaksilerin büyüklüklerini kıyaslayabilirsiniz. Sağda en büyük olan M87 Vigo Galaksisi yer alıyor. Bizim galaksimiz Samanylu se ise üstten ikinci sırada.

Ancak ilginç olan, Samanyolu Galaksisi'nin de uzayın geneli düşünüldüğünde çok "küçük" bir yer oluşudur. Çünkü uzayda başka galaksiler de vardır, hem de tahminlere göre, yaklaşık 300 milyar kadar!... George Greenstein, bu akıl almaz büyüklükle ilgili, The Symbiotic Universe (Simbiyotik Evren) adlı kitabında şöyle yazar:
"Eğer yıldızlar birbirlerine biraz daha yakın olsalar, astrofizik çok da farklı olmazdı. Yıldızlarda, nebulalarda ve diğer gök cisimlerinde süre giden temel fiziksel işlemlerde hiçbir değişim gerçekleşmezdi. Uzak bir noktadan bakıldığında, galaksimizin görünüşü de şimdikiyle aynı olurdu. Tek fark, gece çimler üzerine uzanıp da izlediğim gökyüzünde çok daha fazla sayıda yıldız bulunması olurdu. Ama pardon, evet; bir fark daha olurdu: Bu manzarayı seyredecek olan "ben" olmazdım... Uzaydaki bu devasa boşluk, bizim varlığımızın bir ön şartıdır." (George Greenstein, The Symbiotic Universe, s. 21)
Greenstein, bunun nedenini de açıklar; uzaydaki büyük boşluklar, bazı fiziksel değişkenlerin tam insan yaşamına uygun biçimde şekillenmesini sağlamaktadır. Ayrıca Dünya'nın, uzay boşluğunda gezinen dev gök cisimleriyle çarpışmasını engelleyen etken de, evrendeki gök cisimlerinin arasının bu denli büyük boşluklarla dolu oluşudur.
Kısacası evrendeki gök cisimlerinin dağılımı, kusursuz düzen ve denge insanın yaşamı için tam olması gereken yapıdadır. Dev boşluklar, amaçsız yere ortaya çıkmamışlardır; amaçlı bir yaratılışın sonucudurlar.

Güneş Sistemi
Evrendeki düzenliliği en açık olarak gözlemlediğimiz alanlardan biri de, Dünyamızın içinde bulunduğu Güneş Sistemi'dir. Güneş Sistemi'nde 9 ayrı gezegen ve bu gezegenlere bağlı 54 ayrı uydu yer alır. Bu gezegenler, Güneş'e olan yakınlıklarına göre; Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Neptün, Uranüs ve Plüton'dur. Bu gezegenlerin ve 54 uydularının içinde yaşama uygun bir yüzey ve atmosfere sahip olan yegane gök cismi ise Dünya'dır.

Güneş Sistemi

Güneş SistemiGüneş Sistemi'nin yapısını incelediğimizde, yine büyük bir denge ile karşılaşırız. Gezegenleri dondurucu soğukluktaki dış uzaya savrulmaktan koruyan etki, Güneş'in "çekim gücü" ile gezegenin "merkez-kaç kuvveti" arasındaki dengedir. Güneş sahip olduğu büyük çekim gücü nedeniyle tüm gezegenleri çeker, onlar da dönmelerinin verdiği merkez-kaç kuvveti sayesinde bu çekimden kurtulurlar. Ama eğer gezegenlerin dönüş hızları biraz daha yavaş olsaydı, o zaman bu gezegenler hızla Güneş'e doğru çekilirler ve sonunda Güneş tarafından büyük bir patlamayla yutulurlardı.
Bunun tersi de mümkündür. Eğer gezegenler daha hızlı dönseler, bu sefer de Güneş'in gücü onları tutmaya yetmeyecek ve gezegenler dış uzaya savrulacaklardı. Oysa çok hassas olan bu denge kurulmuştur ve sistem bu dengeyi koruduğu için devam etmektedir.

Bu arada söz konusu dengenin her gezegen için ayrı ayrı kurulmuş olduğuna da dikkat etmek gerekir. Çünkü gezegenlerin Güneş'e olan uzaklıkları çok farklıdır. Dahası, kütleleri çok farklıdır. Bu nedenle, hepsi için ayrı dönüş hızlarının belirlenmesi lazımdır ki, Güneş'e yapışmaktan ya da Güneş'ten uzaklaşıp uzaya savrulmaktan kurtulsunlar.
Materyalist astronomi anlayışı, Güneş Sistemi'nin kökeninin doğal fiziksel süreçlerle açıklanabileceğini, yani bu sistemin kendiliğinden ve tesadüfen oluşabileceğini öne sürer. Ancak son 300 yıldır bu konuda ortaya atılan tüm farklı teoriler birer spekülasyondan ileri gidememiştir. Güneş Sistemi'nin kökeni, materyalist bir bakış açısıyla, açıklanamayan bir sır konumundadır.
Güneş SistemiGüneş Sistemi'ndeki olağanüstü hassas dengeyi keşfeden Kepler, Galilei gibi astronomlar ise, bu sistemin çok açık bir tasarımı gösterdiğini ve Allah'ın evrene olan hâkimiyetinin ispatı olduğunu belirtmişlerdir. Güneş Sistemi'nin yapısı hakkında önemli keşiflerde bulunan -ve "yaşamış en büyük bilim adamı" sayılan- Isaac Newton ise şöyle yazmıştır:
Güneş'ten, gezegenlerden ve kuyruklu yıldızlardan oluşan bu çok hassas sistem, sadece akıl ve güç sahibi bir Varlık'ın amacından ve hakimiyetinden kaynaklanabilir... O, bunların hepsini yönetmektedir ve bu egemenliği dolayısıyladır ki O'na, "Üstün Kuvvet Sahibi Rab" denir.
(Michael A. Corey, God and the New Cosmology: The Anthropic Design Argument, Maryland: Rowman & Littlefield Publishers, Inc., 1993, s. 259)

Dünya'nın Yeri
Güneş Sistemi'ndeki bu muhteşem dengenin yanısıra, üzerinde yaşadığımız Dünya gezegeninin bu sistem ve genel olarak uzay içindeki yeri de, yine kusursuz bir yaratılışın varlığını göstermektedir.
Son astronomik bulgular, sistemdeki diğer gezegenlerin varlığının, Dünya'nın güvenliği ve yörüngesi için büyük önem taşıdığını göstermiştir. Jüpiter'in konumu buna bir örnektir. Güneş Sistemi'nin en büyük gezegeni olan Jüpiter, varlığıyla aslında Dünya'nın dengesini sağlamaktadır. Astrofizik hesaplamalar, Jüpiter'in bulunduğu yörüngedeki varlığının, sistemdeki Dünya gibi diğer gezegenlerin yörüngelerinin istikrarlı olmasını sağladığını ortaya çıkarmıştır. Jüpiter'in Dünya'yı koruyucu ikinci bir işlevini ise, gezegen bilimci George Wetherill "Jüpiter Ne Kadar Özel" adlı bir makalede şöyle açıklar:
Jüpiter'in bulunduğu yerde eğer bu büyüklükte bir gezegen var olmasaydı, Dünya, gezegenler arası boşlukta gezinen meteorlara ve kuyrukluyıldızlara yaklaşık bin kat daha fazla hedef olurdu... Eğer Jüpiter olduğu yerde olmasaydı, şu anda biz de Güneş Sistemi'nin kökenini araştırmak için var olamazdık. (G. W. Wetherill, "How Special is Jupiter?", Nature, cilt. 373, 1995, s.470)

Jüpiter Ve Dünya

EvrenKısacası Güneş Sistemi'nin yapısı, her türlü ayrıntısıyla birlikte canlılar için özel bir tasarıma sahiptir. Bir başka deyişle, evrenin fiziksel yasaları gibi Dünya'nın uzaydaki konumu da, bu evrenin insan yaşamı için tasarlanmış olduğunu gösteren kanıtlar içermektedir. Yapılan tüm araştırmalar bu kusursuz düzenin ve tasarımı sonsuz bir güç ve akıl sahibi olan Allah'ın yarattığını tasdik etmektedir.

Evrendeki Düzenin Amacı

Kimi insanların bunu kavrayamamalarının nedeni ise samimi ve ön yargısız bir biçimde düşünememeleridir. Oysa samimi olarak düşünen her akıl sahibi her insan, evrende hiçbir şeyin amaçsız ve başıboş olmadığını, Allah'ın evreni canlılar için yaratmış ve düzenlemiş olduğunu anlar.

 



Hazret-i Fatıma'nın son anları

Hazret-i Fatıma'nın son anları

Hazret-i Fâtıma, Resûlullah efendimizin mübarek kızıdır. Hz. Meryem'den sonra, bütün kadınların en üstünüdür. Aklı, zekâsı, hüsnü cemâli (güzelliği) zühdü (dünyaya düşkün olmaması) takvası ve güzel ahlâkı ile bütün insanlara çok güzel bir örnektir.

Yüzü pek beyaz ve nurlu olduğundan "Zehrâ" denildi. Zühd ve dünyadan kesilmekte en ileri olduğu için de, "Betül" çok temiz denilmiştir. Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler ile medhedilmiştir.

Resûlullahın efendimizin vefâtından sonra güldüğü hiç görülmedi. Ayrılık ateşi ile daima yanmış ve Resûlullah efendimizin verdiği müjde zamanını bekler olmuştur. Bu, Resûlullahın, vefatları esnasında kızları Hazret-i Fatıma'ya: "Ehl-i beytimden en önce bana sen kavuşursun" müjdesiydi. Gerçekten altı ay sonra Hazret-i fatıma da vefat etti.

Ömrünü, gündüzleri oruç tutarak geceleri diğer ibâdetlerle geçirmiştir. Vefât edeceğine yakın: "Ölünce beni erkekler arasına perdesiz çıkaracaklarını düşünerek çok utanıyorum" buyurmuştu. Esma binti Ümeyr şöyle anlatır:

Habeşistan'da iken hurma dallarını çadır gibi ördüklerini görmüştüm, bu üzüntüsünü görünce, Hz. Fâtıma'ya bunu anlattım. "Bunu yanımda yap da göreyim" dedi. Yapıp gösterdim,

çok hoşuna gitti ve duâ etti. "Öldükten sonra beni sen yıka, Ali de bulunsun. Başka kimse içeri girmesin!" diye vasiyet etti. İşte bunun için de Hz. Ali cenazesine kimseyi çağırmadı. Ehl-i beytden birkaç kişi ile cenaze namazını kılıp, gece defin ettiler.

Ertesi gün Ebû Bekri Sıddîk, Ömer Farûk ve bir çok sahâbi hasta ziyareti için, Hz. Ali'nin evine geldiler. Vefat edip defnedildiğini
öğrenince,"Bize niçin haber vermedin? Namazını kılardık. Hizmetini görürdük" diyerek üzüldüklerini bildirdiler. Hz. Ali kendisini erkeklerin görmemesi için, gece defin olunmasını vasiyet ettiğini, vasiyeti yerine getirmek için böyle yapıldığını söyliyerek özür diledi.

Ebû Bekr Sıddîk , "Allahü teâlâ, ey Cennet! Senin dört köşeni, dört kimse ile süslerim. Biri Peygamberlerin üstünü Muhammed'dir (aleyhisselâm), Biri Allah'tan korkanların üstünü Ali'dir. Üçüncüsü kadınların üstünü, Fâtıma-tüz Zehra'dır. Dördüncü köşedeki de temizlerin üstünü Hasan ve Hüseyin'dir" buyurduğunu bildirmiştir.

Hz. Fâtıma, Resûlullahın vefâtından altı ay sonra, Ramazan-ı şerîfin 3. Salı gecesi akşam ile yatsı arasında vefât etmiştir. Vefâtında yirmidört yaşında idi.


"Ben de hanımlara şefâat edeyim!"

Hazret-i Fatıma'nın evlenmesi şöyle oldu: Cebrail aleyhisselam gelip; "Ya Resulallah, Hak teâlâ selam etti. " Ben habibimin kızı Fatıma'yı Ali'ye verdim. Arş-ı a'zamda nikah ettim. Habibim de Eshab-ı Arasında nikah etsin. Cennet elbiselerini de giydirsin!" emrini getirince, Resûlullah şükür secdesi etti. Eshâb-ı kirâmın toplanmasını emir buyurdu. Cebrâil aleyhisselâma:"Kızım benim hatırımı kırmaz. Bu Cennet elbiselerini dünyada giymeğe değmez. Bunları tekrar Cennete geri götür." buyurdu.

Eshâb-ı kirâm toplanmış kimlerin vekil olacağını merak ediyorlardı. Bir duraklama olmuştu. Derhal Cebrâil aleyhisselâm geldi. "Yâ Resûlallah Hak teâlâ sana selâm ediyor. Hazreti Ali'nin yerine hiç kimsenin vekil olmamasını, nikâhda bizzat kendisinin bulunmasını emir buyurdu." dedi.

Dört yüz akça mehr ile nikâh yapıldı. Müjdeciler, Hazreti Fâtıma'ya müjde götürdüler. Fâtüma-tüz Zehra râzı olmadı. Hemen Cebrâil aleyhisselâm geldi. "Yâ Resûlallah! Fâtıma dörtyüz akçeye razı olmuyorsa, dörtbin akçe olsun." dedi.

Hazreti Fâtıma bunu kabul etmedi. Yine razı olmadı. Cebrâil aleyhisselâm tekrar geldi. "Dörtbin altın" olsun dedi. Fâtıma-tüz Zehra dörtbin altına da râzı olmadı. Cebrâil aleyhisselâm bir daha nâzil oldu. "Yâ Resûlallah! Hak teâlâ bu sefer senin bizzat gidip Fâtıma'nın maksadının ne olduğunu öğrenmeni emir buyurdu." dedi.

Resûl-i ekrem temiz kerîmesinin yanına vardı, maksadını sordu. Hazreti Fâtıma "Babacığım, kıyâmet günü sen, mü'minlerin günâhkârlarından ne kadar kimseye şefâat edersen, ben de onların hanımlarına şefâat etmek istiyorum. Muradım budur." dedi.

Resûl-i Ekrem kızının isteğini Cebrâil aleyhisselâma söyledi. Cebrâil aleyhisselâm, Hak teâlânın, Hz. Fâtıma'nın arzusunu kabul ettiğini, onun da hesap günü şefâat edeceğini bildirdiğini söyledi. Fâtıma-tüz Zehra: "Babacığım! Senin âhirette şefâat edeceğine Kur'ân-ı kerîmin âyet-i kerîmeleri delildir. Benim şefâat edeceğimin delili nerede?" diye sordu.

Resûlullah "Ey Ciğerpârem! Cenâb-ı Hakka murâdını arz edeyim. Ne ferman buyurursa, sana söylerim" buyurdu. Dışarı çıkıp Cebrâil aleyhisselâma, Hz.Fâtıma'nın istediğini bildirdi." Cebrâil aleyhisselâm, tekrar geldiğinde elinde bir beyaz ipek vardı. Burada "Kıyâmet günü günahkâr mü'min kadınlara Fâtıma kulumu şefâatçi tayin ettim. Bu huccet elinde bâki kalsın" yazılı idi. Hzret-i Fâtıma bu senedi görünce, nikâha râzı oldu. Bu senedi vefatına kadar sakladı.


"Bu Cennet yemeklerindendir!"

Hazret-i Fatıma'nın, diğer Ehl-i beytin fazilet ve üstünlüğü pek çoktur. Saymakla bitmez. Onları anlatmağa, medh etmeğe insan gücü yetişmez. Onların kıymetleri ve büyükleri, ancak âyet-i kerîme ile anlaşılmaktadır. Ehl-i beyti sevmek her mü'mine farzdır. Son nefeste imân ile gitmeğe sebep olur.

İmâm-ı Şâfiî bunu çok güzel bildiriyor, diyor ki: "Ey! Ehl-i beyti Resûl, sizi sevmeği, Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde emr ediyor. Namazlarında size duâ etmeyenlerin namazlarının kabul olmaması, kıymetinizi, yüksek derecenizi gösteriyor."

Bir gün, Resûlullah efendimiz Hz. Ali'ye: "Yâ Ali! Allahü teâlâ hazretlerini sever misin?" diye sordu. Hz. Ali "Evet severim" dedi. "Beni sever misin?" buyurdu. Hz. Ali de: "Evet" dedi. "Hasan ve Hüseyin'i sever misin?" buyurdu. Hz. Ali yine: "Evet severim" dedi.

Habib-i Ekrem: "Yâ Ali! Bu kadar sevgiyi bir kalbe nasıl sığdırıyorsun?" buyurdu. Hz. Ali buna bir cevap veremiyeceğini söyledi. Hz. Fâtıma'ya durumu anlatınca: "Bunda düşünecek ve üzülecek ne var? Hak teâlâyı ve Resûlünü sevmen imândandır. Beni sevmen nefsin içindir.

Hasan ve Hüseyin'i sevmen tabiatındandır." dedi. Hazreti Ali bu cevabı Resûlullaha söyledi. Resûl-i ekrem "Bu meyve ancak Peygamberlik ağacından alınmıştır" buyurdular. Yani bu cevap senden değil Fâtıma'dandır,demek istediler.

Hz. Osman, Resûlullaha ziyafet vermişti: Hz. Ali ziyafetten çıkıp eve geldi. Hz. Fâtıma, Hz. Ali'yi üzüntülü gördü. Sebebini sordu. Hz. Ali "Yâ Fâtıma! Biz de biraz zengin olup da, Resûlullahı davet etseydik. Fâtüma-tüz Zehrâ : "Biz de davet edelim. O, Allahü teâlânın sevgilisidir. Hak teâlâ Ona yemek verir" dedi.

Hz. Ali, Resûlullahın huzuruna vardı: "Yâ Resûlallah! Kerimeniz Fâtıma, sizi evine davet ediyor", dedi. Resûlullah Eshâb-ı ile kalkıp, Hazreti Fâtıma'nın evine teşrif ettiler. Fâtüma-tüz Zehra, "Yâ Rabbi! Biliyorsun, Habîbin ve Eshâbı bu miskinin evini şereflendirdiler. Onlara ikrâm edecek bir şeyim yok. Sen onlara ihsân, ikrâm et, ni'metler ver!" diye duâ etti.

Bir tenceresi vardı. Ocağa koydu. Hak teâlâ, lütfederek tencereyi yemekle doldurdu. Hazreti Fâtıma bu yemeği Resûlullahın huzuruna götürdü. Eshâb-ı kirâm ile beraber yediler.Az bir yemek olmasına rağmen herkese yetti. Resûlullah, "Bu Cennet yemeklerindendir." buyurdu.

23 Kasım 2012 Cuma

ADET SANCISI İÇİN BİTKİLER

ADET SANCISI
Tuzsuz tereyağına 1 çorba kaşığı bal ve aynı miktarda çemen katıp macun haline getirin. Adetten önce 1 kaşık yutun. Sancılar hafifleyecektir. Bademcik iltihabı Adaçayıyla bol gargara yapın.

ADET KANAMASINI SÖKTÜREN BİTKİLER

ADET KANAMASINI SÖKTÜREN BİTKİLER
1- 2 baş kereviz. 4 çorba kaşığı hindiba. 1 çorba kaşığı çemen ve 3 çorba kaşığı anason kaynatılır. Buzdolabında 4-5 saat bekletilir. 1 hafta 1'er bardak içilir.
2- 30'ar gram kereviz tohumu. hindiba tohumu. ısırgan tohumu ve çemen; 60 gr kuru üzüm. 1 kuru incir. 9 gr anason ve 9 gr Udihindi 1/2 bardak suyla kaynatılır. (Maddelerden sert olanlarım havanda toz haline getirip katınız) Boza kıvamına gelince şeker katarak 1 çay bardağı içilir.

ADET KANAMASI ÇOKLUĞU İÇİN İLAÇ

ADET KANAMASI ÇOKLUĞU
1- Kişniş ve nane kaynatıp içilir.
2- Mersin ağacı tohumu 100 gr. Kişniş 50 gr. Sığırdili otu 20 gr. Sumak 50 gr. Bu malzeme 1 lt şu içinde kaynatılır. Şeker konur ve soğuk olarak içilir.
3- Kereviz ve maydanoz beraberce kaynatılır. Çıkan su buzdolabında 24 saat bekletilip. aç karınla birer bardak içilir. (3 gün boyunca)

AYAK AĞRISI İÇİN İLAÇ

AYAK AĞRISI
1- Üzerlik tohumu kaynatılır. içine sirke ilave edilerek ağrılı yer ovulur.
2- 50'şer gram zeytinyağı. kafur. amonyak l bardak ispirtoyla karıştırılır. Ağrıyan yere bununla masaj yapılır.
3- Udülkahr kökü toz haline getirilip suda pişirilir. Su bitmeye yakınken içine biraz zeytinyağı konur ve su bitene kadar kaynatılır. Yağ bir şişeye alınıp ağrıyan bacakları ovmak üzere serin bir yerde saklanır.

ATEŞ DÜŞÜRMEK İÇİN İLAÇ

ATEŞ DÜŞÜRMEK İÇİN
(Ateş hastalık belirtisi ve vücut tepkisidir. Düşürülmeye çalışılmadan önce her hastalıkta önerdiğimiz gibi önce hekime danışmalı. Onun önerdiği çözüme ek olarak şifalı bitkilerden yararlanmalısınız.)
1- Kınaya sirke katılarak macun yapılır ve ayak tabanına sürülürse vücut ısısı düşer.
2- Akasya çiçeği. yaprakları ve dalları kaynatılır baş bununla yıkanır. Ateş düşer.
3- Arpa ve papatya kaynatılır 1 bardak içilir.
4- Aspirin ve kolonya karıştırılıp vücut ovulur.
5- Sirkeye batırılmış bezler alın. bilek ve ayak altlarına konur.

ARPACIK İÇİN İLAÇ

ARPACIK

Gözde arpacık çıktığında günde 4 kez. bir sarımsağın ucunu kesip üstüne sürün. 1-2 günde geçecektir. Astım için Sabah ve akşam aç karnına bıldırcın yumurtası çiğ tüketilir. Tedaviye 6 ay devam edilir.

ALERJİ İÇİN İLAÇ

ALERJİ İÇİN
1- Şahtere otu kaynatılıp sabah akşam l'er su bardağı içilir. Bu reaksiyon gösteren organı sakinleştirir.
2- Acı yonga ve Ravend çini birer çorba kaşığı karıştırılıp kaynatılır. Sabah akşam birer bardak içilir.
3- Kaşınan bölgeye oğul otunu haşlayıp ezerek koyun. Kaşıntı geçecektir.

AĞRILAR İÇİN İLAÇ

AĞRILAR İÇİN
1- Zeytinyağıyla portakal kabukları 15 gün güneşte bir şişe içinde bekletilir. Bu hafif sarımtrak yağla ağrıyan yer ovulur.
2- Tuzsuz tereyağı (iki çorba kaşığı) içine bir çay kaşığı karabiber ve iki diş sarımsak atılır. 2 bardak su ilavesiyle kaynatılır. Su üstüne çıkan yağla ağrıyan vücut bölgesi ovuşturulur.
3- "Susam yağı. günlük yağı. Udi hindi yağı. defne yağı ve sedef çiçeği yağı" hepsinden aynı ölçekte alınıp karıştırılır. Ağrıyan bölge ısıtılmış bir bezle iyice sıcaklaştırıldıktan sonra bu karışımla kuvvetlice masaj yapılır.
4- Ağrı. ishal ağrısıysa veya göz ağrısıysa zencefil ve havlıcan kaynatılıp biraz şeker katılarak içilir. Papatya çayı da ağrıyı sakinleştirecektir.
5- Gaz ağrısı için dereotu tohumlarım kaynatıp suyunu için. Bebeklere 1-2 çay kaşığı verilebilir.

AĞIZ KOKULARINA İLAÇ


AĞIZ KOKULARI
1- Mideden kaynaklanan bir kokuysa bal ve rendelenmiş hindistan cevizi macun yapılıp yutulur. Bu mide kaynaklı kokuyu durduracaktır.
2- Aşağıdaki malzeme her birinden 1'er çorba kaşığı ölçekle karıştırılıp gül suyuyla sıvılaştırılıp haplar yapılır. Her gün yutulur. Hindistancevizi rendesi. tarçın. turunç kabuğu. öd ağacı tozu. tarçın. kakule. ve bir çimdik miski.

AĞIZ YARALARINA İLAÇ

AĞIZ YARALARI

1- Sirkeyle gargara yapabileceğiniz gibi. her birinden 1'er çorba kaşığı atıp kaynatacağınız böğürtlen yaprağı. hünnap. mercimek. sinirli yaprağı ılıkken gargara yapın.
2- Kuru üzüm. anason ve balı aynı ölçüde karıştırıp ezin ağız yaralanın üzerine surun.
3- Kuru üzüm suyu. baldıran suyu. kitre suyu. gül suyu aynı oranda konur. bol gargara yapılır. Ağızda tutulur.
4- Bol kekik çiğneyin. Sirke ve susam yağı karışımıyla ağızda gargara yapın.
5- Çocuk çiviti de ağız yaralarına iyi gelir.

2012 Yılı Sonmu Başlangıçmı Mayaların Kehanetleri

maya kenti palanque

Mayalar hala modern toplum olarak tabir ettiğimiz çağımızda anlaşılmaya çalışılan ilginc topluluklardan biri. Çok eski zamanlarda yaşamış olsalarda günümüze dair kehanetleri var. Bu kehanetlerden bir çoğunun gerçekleştiğine inanılmakta.

Ayrıca Mayaları aratıranlar, özellikle teknoloji ve bilim alanında Mayaların bazı çok ileri bilgilere sahip olduklarını ifade eden deliller ortaya koyuyor. Bu yüzden Mayalara bakış açısı çok farklı şekiller alıyor.

Bu kehanetlerden en çarpıcı olanı ise Dünya'nın sonu ile alakalı olan. Burada sonla ilgili bir tarih var ve bu tarihte bu sene yani 2012'yi işaret ediyor.

Maya mezarlarından 

Mayalar için 2012 yılı zamanların sonu. Maya Kehanetleri'ne göre şimdiye kadar 4 kehanet gerçekleşti. Şimdi dünya sonuncu kehanetin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini tartışıyor. 

Çoğu insan bu son kehanetin de gerçek olacağına inanıyor. Öyle ki kimi maya mezarlarıyiyecek depoluyor kimi kendine sığınak inşa ediyor. 

Bilim dünyası kehaneti kutup değişimi ile açıklıyor. Mayaların esrarlarla yüklü tapınağı Palanque'de bulunan bir mezar taşındaki yazı da kehaneti işaret ediyor.

 DÜNYANIN SON GÜNÜ MÜ?

Maya Kehanetleri'ne göre 22 Aralık 2012 tarihi dünya için çok önemli. Çünkü bu dönemde içinde yaşadığımız çağ sona erecek ve yeni bir çağ başlayacak. Büyük bir tufanla gelecek olan bu yeni çağın ipuçlarını ise bilim adamlarına göre iklimsel değişimler sayesinde şimdiden gözlemleyebiliyoruz.

KUTUPLAR YER DEĞİŞTİRECEK

Beşinci kutupsal kayma olarak adlandırılan bu değişimde daha önceki değişimlerde olduğu gibi yine kutupların manyetik alanının değişmesi iddiaları ileri sürülüyor ve dünyadaki iklimlerin değişimi de buna bağlanıyor. 

"Kutuplar yer veya açı değiştirdiğinde kutuplarda buzlar eriyor. Kaldı ki, küresel ısınma sonucu şu anda Kuzey Kutbu'ndaki buzullar zaten erimeye başlamış durumda. Mayalar'a göre de daha önce yaşanan dört çağda tıpkı bu şekilde sona erdi" deniyor.

BİLİM NE DİYOR ? 

Acaba bunlar bilimsel olarak kanıtlandı mı? Bu soruya cevap olarak da, Dünyanın en az dört kez kutupsal kayma (Kuzey ve Güney Kutbu) yaşadığı bilimsel verilerle kanıtlandı deniyor. 

Bazı belgesellerde dünyanın manyetik alanının belirli periyotlarla nasıl değiştiğini bilimsel olarak açıklanıyor. Şu anda dünyanın manyetik alanında muazzam bir değişim var deniyor.

Bunun da en büyük nedeni güneşte meydana gelen değişimler. İlginç olan şey Mayalar'ın bunu bilmeleri ya da gerçekten bilip, bilmedikleri... İddianın bir diğer yanı da Mayalar'ın bununla da yetinmeyip, gelecekte tüm insanlığı etkileyecek trajediyi bizlere şifreli bir şekilde duyurmuş olmaları ve bu şifreye göre dünya için 2012 yılı çok önemli.

Ama neden şifre? Bu cevap verilemiyor....

Evet yoruma ve farklı düşüncelere açık bu konuyu sizler için derledik ve sunuyoruz. Artık szidemi kendinize güvene almak için bir girşimde bulunursunuz yada boşverip geçer misiniz bilemeyiz ama böyle de bir durum var yani.....

Kaynak olarak bazı metin ve resimler internethaber.com sitesinden alıntılanmıştır.

 

20 Kasım 2012 Salı

DOĞADA YARATILAN GÜZELLİK ÖLÇÜSÜ: ALTIN ORAN


DOĞADA YARATILAN GÜZELLİK ÖLÇÜSÜ: ALTIN ORAN
Mucize Gezegen


Ayçiçeği
"…Eğer uygulama veya işlev unsurları açısından hoşa giden ya da son derece dengeli olan bir forma ulaşılmışsa, orada Altın Sayı'nın bir fonksiyonunu arayabiliriz… Altın Sayı, matematiksel hayal gücünün değil de, denge yasalarına ilişkin doğal prensibin bir ürünüdür."
(1)
Mısır'daki piramitler, Leonardo da Vinci'nin Mona Lisa adlı tablosu, ayçiçeği, salyangoz, çam kozalağı ve parmaklarınız arasındaki ortak özellik nedir?
Monalisa
FibonacciBu sorunun cevabı, Fibonacci isimli İtalyan matematikçinin bulduğu bir dizi sayıda gizlidir. Fibonacci sayıları olarak da adlandırılan bu sayıların özelliği, dizideki sayılardan her birinin, kendisinden önce gelen iki sayının toplamından oluşmasıdır.(2)
Fibonacci Sayıları
0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597, 2584, 4181, 6765…
Fibonacci sayılarının ilginç bir özelliği vardır. Dizideki bir sayıyı kendinden önceki sayıya böldüğünüzde birbirine çok yakın sayılar elde edersiniz. Hatta serideki 13. sırada yer alan sayıdan sonra bu sayı) sabitlenir. İşte bu sayı "altın oran" olarak adlandırılır.
ALTIN ORAN=1,618
233 / 144 = 1,618
377 / 233 = 1,618
610 / 377 = 1,618
987 / 610 = 1,618
1597 / 987 = 1,618
2584 / 1597 = 1,618
4181 /2584 = 1,618
6765 /4181 = 1,618
10946 /6765 = 1,618
17711 /10946 = 1,618
28657 / 17711 = 1,618
İNSAN VÜCUDU VE ALTIN ORAN
Sanatçılar, bilim adamları ve tasarımcılar, araştırmalarını yaparken ya da ürünlerini ortaya koyarlarken orantıları altın orana göre belirlenmiş insan bedenini ölçü olarak alırlar. Leonardo da Vinci ve Corbusier tasarımlarını yaparken altın orana göre belirlenmiş insan vücudunu ölçü almışlardır. Günümüz mimarlarının en önemli başvuru kitaplarından biri olan Neufert'te de altın orana göre belirlenmiş insan vücudu temel alınmaktadır.
Leonardo Da Vinci
İNSAN BEDENİNDE ALTIN ORAN
İnsan BedeniBedenin çeşitli kısımları arasında var olduğu öne sürülen ve yaklaşık altın oran değerlerine uyan "ideal" orantı ilişkileri genel olarak bir şema halinde gösterilebilir.(3)
Aşağıdaki şemada yer alan M/m oranı her zaman altın orana denktir: M/m=1,618
İnsan vücudunda altın orana verilebilecek ilk örnek; göbek ile ayak arasındaki mesafe 1 birim olarak kabul edildiğinde, insan boyunun 1,618'e denk gelmesidir. Bunun dışında vücudumuzda yer alan diğer bazı altın oranlar şöyledir:

Parmak ucu-dirsek arası / El bileği-dirsek arası,
Omuz hizasından baş ucuna olan mesafe / Kafa boyu,
Göbek-baş ucu arası mesafe / Omuz hizasından  baş ucuna olan mesafe,
Göbek-diz arası / Diz-ayak ucu arası.
İnsan Bedeni
İnsan Eli
Elinizi derginin sayfasından çekip ve işaret parmağınızın şekline bir bakın. Muhtemelen orada da altın orana şahit olacaksınız.
Parmaklarımız üç boğumludur. Parmağın tam boyunun İlk iki boğuma oranı altın oranı verir (baş parmak dışındaki parmaklar için). Ayrıca orta parmağın serçe parmağına oranında da altın oran olduğunu fark edebilirsiniz.
2 eliniz var, iki elinizdeki parmaklar 3 bölümden oluşur. Her elinizde 5 parmak vardır ve bunlardan sadece 8'i altın orana göre boğumlanmıştır. 2, 3, 5 ve 8 fibonocci sayılarına uyar.
Kol
Yüzİnsan Yüzünde Altın Oran
İnsan yüzünde de birçok altın oran vardır. Ancak bunu elinize hemen bir cetvel alıp insanların yüzünde ölçüler almayı denemeyin. Çünkü bu oranlandırma, bilim adamları ve sanatkârların beraberce kabul ettikleri "ideal bir insan yüzü" için geçerlidir.
Örneğin üst çenedeki ön iki dişin enlerinin toplamının boylarına oranı altın oranı verir. İlk dişin genişliğinin merkezden ikinci dişe oranı da altın orana dayanır. Bunlar bir dişçinin dikkate alabileceği en ideal oranlardır.
Bunların dışında insan yüzünde yer alan diğer bazı altın oranlar şöyledir:
İnsan YüzüYüzün boyu / yüzün genişliği,
Dudak- kaşların birleşim yeri arası / Burun boyu,
Yüzün boyu / Çene ucu-kaşların birleşim yeri arası,
Ağız boyu / Burun genişliği,
Burun genişliği / Burun delikleri arası,
Göz bebekleri arası / Kaşlar arası.

Ağız
Uzunluk
BronşAmerikalı fizikçi B. J. West ile doktor A. L. Goldberger, 1985-1987 yılları arasında yürüttükleri araştırmalarında(5), akciğerlerin yapısındaki altın oranının varlığını ortaya koydular. Akciğeri oluşturan bronş ağacının bir özelliği, asimetrik olmasıdır. Örneğin, soluk borusu, biri uzun (sol) ve diğeri de kısa (sağ) olmak üzere iki ana bronşa ayrılır. Ve bu asimetrik bölünme, bronşların ardışık dallanmalarında da sürüp gider.(6) İşte bu bölünmelerin hepsinde kısa bronşun uzun bronşa olan oranının yaklaşık olarak 1/ 1,618 değerini verdiği saptanmıştır.

ALTIN DİKDÖRTGEN VE SARMALLARDAKİ TASARIM
Kenarlarının oranı altın orana eşit olan bir dikdörtgene "altın dikdörtgen" denir. Uzun kenarı 1,618 birim kısa kenarı 1 birim olan bir dikdörtgen altın dikdörtgendir. Bu dikdörtgenin kısa kenarının tamamını kenar kabul eden bir kare ve hemen ardından karenin iki köşesi arasında bir çeyrek çember çizelim. Kare çizildikten sonra yanda kalan küçük bir kare ve çeyrek çember çizip bunu asıl dikdörtgenin içinde kalan tüm dikdörtgenler için yapalım. Bunu yaptığınızda karşınıza bir sarmal çıkacaktır.
Sarmal
İngiliz estetikçi William Charlton insanların sarmalları hoş bulmaları ve binlerce yıl öncesinden beri kullanmalarını "Sarmallardan hoşlanırız çünkü, sarmalları görsel olarak kolayca izleyebiliriz."(7) diyerek açıklar.
Temelinde altın oranı yatan sarmallar doğada şahit olabileceğiniz en eşsiz tasarımları da barındırırlar. Ayçiçeği ya da kozalak üzerindeki sarmal dizilimler bu konuda verilebilecek ilk örneklerdir. Yüce Allah'ın kusursuz yaratışının ve her varlığı bir ölçü ile yarattığının bir örneği olan bu durumun yanı sıra  birçok canlı büyüme sürecini de logaritmik sarmal formunda gerçekleştirir. Bunun sarmaldaki yayların daima aynı biçimde olması ve yayların büyüklüğünün değişmesine karşın esas şeklin (sarmal) hiç değişmemesidir. Matematikte bu özelliğe sahip başka bir şekil yoktur.(8)
Deniz Kabuklarındaki Tasarım
Deniz KabuğuBilim adamları deniz dibinde yaşayan ve yumuşakça olarak sınıflandırılan canlıların taşıdıkları kabukların yapısını incelerken bunların formu, iç ve dış yüzeylerinin yapısı dikkatlerini çekmiştir:
"İç yüzey pürüzsüz, dış yüzeyde yivliydi. Yumuşakça kabuğun içindeydi ve kabukların iç yüzeyi pürüzsüz olmalıydı. Kabuğun dış köşeleri kabukların sertliğini artırıyor ve böylelikle, gücünü yükseltiyordu. Kabuk formları yaratılışlarında kullanılan mükemmellik ve faydalarıyla hayrete düşürür. Kabuklardaki spiral fikir mükemmel geometrik formda ve şaşırtıcı güzellikteki 'bilenmiş' tasarımda ifade edilmiştir."(9)
Spiral KabukYumuşakçaların pek çoğunun sahip olduğu kabuk logaritmik spiral şeklinde büyür. Bu canlıların hiçbiri şüphesiz logaritmik spiral bir yana, en basit matematik işleminden bile habersizdir. Peki nasıl olup da söz konusu canlılar kendileri için en ideal büyüme tarzının bu şekilde olduğunu bilebiliyorlar? Bazı bilim adamlarının "ilkel" olarak kabul ettiği bu canlılar, bu şeklin kendileri için en ideal form olduğunu nereden bilmektedirler? Böyle bir büyüme şeklinin bir şuur ya da akıl olmadan gerçekleşmesi imkansızdır. Bu şuur ne yumuşakçalarda ne de -bazı bilim adamlarının iddia ettiği gibi- doğanın kendisinde mevcuttur. Böyle bir şeyi tesadüflerle açıklamaya kalkışmak çok büyük bir akılsızlıktır.  Bu ancak üstün bir aklın ve ilmin ürünü olacak bir tasarımdır. Bu tasarım herşeyi yaratmış olan Yüce Allah'a aittir.

Biyolog Sir D'Arcy Thompson uzmanı olduğu bu tür büyümeyi "Gnom tarzı büyüme" olarak adlandırılmıştı. Thompson'ın bu konudaki ifadeleri şöyledir:
"Bir deniz kabuğunun büyüme sürecinde, aynı ve değişmez orantılara bağlı olarak genişlemesi ve uzamasından daha sade bir sistem düşünemeyiz. Kabuk …giderek büyür, fakat şeklini değiştirmez."(10)
Birkaç santimetre çapındaki bir nautilusta, gnom tarzı büyümenin en güzel örneklerinden birini görmek mümkündür. C. Morrison insan zekası ile bile planlaması hayli güç olan bu büyüme sürecini şöyle anlatır:
"Nautilus'un kabuğunun içinde, sedef duvarlar ile örülmüş bir sürü odacığın oluşturduğu içsel bir sarmal uzanır. Hayvan büyüdükçe, sarmal kabuğunun ağız kısmında, bir öncekinden daha büyük bir odacık inşa eder ve arkasındaki kapıyı bir sedef tabakası ile örterek daha geniş olan bu yeni bölüme ilerler."(11)
Nautilus
KabukKoç
Kabuklarındaki farklı büyüme oranlarını içeren logaritmik sarmallara göre diğer deniz canlıları bilimsel adlarıyla şöyle sıralanabilir:
Haliotis Parvus, Dolium Perdix, Murex, Fusus Antiquus, Scalari Pretiosa, Solarium Trochleare.
Bugün fosil halinde bulunan ve Amonitlerde logaritmik sarmal şeklinde gelişen kabuklar taşırlar. Hayvanlar dünyasında sarmal formda büyüme sadece yumuşakçaların kabukları ile sınırlı değildir. Özellikle Antilop, yaban keçisi, koç gibi hayvanların boynuzları gelişimlerini temelini altın orandan alan sarmallar şeklinde tamamlarlar.(12)
İşitme ve Denge Organında Altın Oran
İnsanın iç kulağında yer alan Cochlea (Salyangoz) ses titreşimlerini aktarma işlevini görür. İçi sıvı dolu olan bu kemiksi yapı, içinde altın oran barındıran α=73°43´ sabit açılı logaritmik sarmal formundadır.
Sarmal Formda Gelişen Boynuzlar ve Dişler
Filler ile soyu tükenen mamutların dişleri, aslanların tırnakları ve papağanların gagalarında logaritmik sarmal kökenli yay parçalarına göre biçimlenmiş örneklere rastlanır. Eperia örümceği de ağını daima logaritmik sarmal şeklinde örer. Mikroorganizmalardan planktonlar arasında, globigerinae, planorbis, vortex, terebra, turitellae ve trochida gibi minicik canlıların hepsinin sarmala göre inşa edilmiş bedenleri vardır.
MİKRODÜNYADA ALTIN ORAN
Geometrik şekiller sadece üçgen, kare veya beşgen, altıgen ile kısıtlı değildir. Bu saydığımız şekiller değişik şekillerde de biraraya gelerek yeni üç boyutlu geometrik şekiller oluşturabilirler. Bu konuda ilk olarak küp ve piramit örnek olarak verilebilir. Ancak bunların dışında, günlük hayatta hiç karşılaşmadığımız hatta ismini dahi ilk defa duyduğumuz tetrahedron (düzgün dört yüzlü), oktahedron, dodekahedron ve ikosahedron gibi üç boyutlu şekillerde vardır. Dodekahadron 13 tane beşgenden, ikosahedron ise 20 adet üçgenden oluşur. Bilim adamları bu şekilleri matematiksel olarak birbirine dönüşebileceğini ve bu dönüşümün altın orana bağlı oranlarla gerçekleştiğini bulmuşlardır.
Miroorganizmalarda altın oran barındıran üç boyutlu formlar oldukça yaygındır. Birçok virüs ikosahedron yapısında bir biçime sahiptir. Bunların en ünlüsü Adeno virüsüdür. Adeno virüsünün protein kılıfı, 252 adet protein alt biriminin düzenli bir biçimde dizilmesi ile oluşur. İkosahedronun köşelerinde yer alan 12 alt birim ise beşgen prizmalar biçimdedir. Bu köşelerden diken benzeri yapılar uzanır.
Virüslerin altın oranları bünyesinde barındıran formlarda olduğunu tespit eden ilk kişi 1950'li yıllarda Londra'daki Birkbeck Koleji'nden A. Klug ile D. Caspar'dır.(13) Üzerinde ilk tespit yapılan virüs ise Polyo virüsüdür. Rhino 14 virüsü de Polyo virüsü ile aynı formu gösterir.

Peki acaba virüsler neden biz insanların zihnimizde canlandırmasını bile zorlukla yapabildiğimiz, böyle altın orana dayalı özel bir formlara sahiptirler? Bu formların kaşifi A. Klug bu konuyu şöyle açıklıyor:

Hücre "Caspar ile ben, küresel bir virüs kılıfı için optimum tasarımın ikosahedron tarzı bir simetriye dayandığını gösterdik. Böyle bir düzenleme bağlantılardaki sayıyı en aza indirir… Buckminster Fuller'in yarı küresel jeodezik kubbelerinden(14) çoğu da benzer bir geometriye göre inşa edilirler. Bu kubbelerin oldukça ayrıntılı bir şemaya uyularak monte edilmeleri gerekir. Halbuki virüs, bir virüs kılıfı, alt birimlerinin esnekliğinden ötürü kendi kendini inşa eder."(15)
Klug'un bu açıklaması çok açık bir gerçeği bir kez daha ortaya koymaktadır.
Dodekahedron ile ikosahedron, tek hücreli deniz yaratıkları olan ışınlıların silisten yapılma iskeletlerinde de ortaya çıkar.
Işınlılar (radiolaria), her köşesinden birer yalancı ayak çıkan düzgün Dodekahedron gibi, bu iki geometrik formdan kaynaklanan yapıları, yüzeylerindeki çok çeşitli oluşumlarla birlikte değişik güzellikteki bedenleri oluştururlar.(16)
Büyüklükleri bir milimetreden daha küçük olan bu organizmalara örnek olarak, ikosahedron yapılı Circigonia Icosahedra ile dodekahedran iskeletli Circorhegma Dodecahedra'nın adları verilebilir.(17)
Hücre

DNA'da Altın Oran
DNACanlıların tüm fiziksel özelliklerinin depolandığı molekül de altın orana dayandırılmış bir formda yaratılmıştır. yaşam için program olan DNA molekülü altın orana dayanmıştır. DNA düşey doğrultuda iç içe açılmış iki sarmaldan oluşur. Bu sarmallarda her birinin bütün yuvarlağı içindeki uzunluk 34 angström genişliği 21 angström'dür. (1 angström; santimetrenin yüz milyonda biridir) 21 ve 34 art arda gelen iki Fibonacci sayısıdır.

KarKar Kristallerinde Altın Oran
Altın oran kristal yapılarda da kendini gösterir. Bunların çoğu gözümüzle göremeyeceğimiz kadar küçük yapıların içindedir. Ancak kar kristali üzerindeki altın oranı gözlerinizle göre bilirsiniz. Kar kristalini oluşturan kısalı uzunlu dallanmalarda, çeşitli uzantıların oranı hep altın oranı verir.(18)
UZAYDA ALTIN ORAN
Evrende, yapısında altın oran barındıran birçok spiral galaksi bulunur.
Evren
16. Yüzyılda altın oran için "hazine" ifadesini kullanan Kepler, beş düzgün cisim arasındaki geometrik dönüşümlere çok önem vermiş ve gezegenlerin yörüngeleri ile bu cisimleri çevreleyen küreler arasında bir bağlantı kurmaya çalışmıştır. Kepler, düzgün çok yüzlüleri iç içe geçmiş şekilde gösteren ve bu düzen ile Güneş Sistemi arasındaki bağlantıyı araştıran şemalar geliştirmiştir. (J. A. West & J. G. Toonder, The Case for Astrology, Penguin Books, 1970)
Kepler
Fizikte de Altın Oran...
Fibonacci dizileri ve altın oran ile fizik biliminin sahasına giren konularda da karşılaşırız:
"Birbiriyle temas halinde olan iki cam tabakasının üzerine bir ışık tutulduğunda, ışığın bir kısmı öte yana geçer, bir kısmı soğurulur, geriye kalanı da yansır. Meydana gelen, bir, 'çoklu yansıma' olayıdır. Işının tekrar ortaya çıkmadan önce camın içinde izlediği yolların sayısı, ışının maruz kaldığı yansımaların sayısına bağlıdır. Sonuçta, tekrar ortaya çıkan ışın sayılarını belirlediğimizde bunların Fibonacci sayılarına uygun olduğunu anlarız."(19)
Doğada birbiriyle ilişkisiz canlı veya cansız pek çok yapının belli bir matematik formülüne göre şekillenmiş olması onların özel olarak tasarlanmış olduklarının en açık delillerinden biridir. Altın oran, sanatçıların çok iyi bildikleri ve uyguladıkları bir estetik kuralıdır. Bu orana bağlı kalarak üretilen sanat eserleri estetik mükemmelliği temsil ederler. Sanatçıların taklit ettikleri bu kuralla tasarlanan bitkiler, galaksiler, mikroorganizmalar, kristaller ve canlılar Allah'ın üstün sanatının birer örneğidirler.
Alıntılar
(1) Mehmet Suat Bergil, Doğada/Bilimde/Sanatta, Altın Oran, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2.Basım, 1993, s. 155.
(2) Guy Murchie, The Seven Mysteries Of Life, First Mariner Boks, New York s. 58-59.
(3) J. Cumming, Nucleus: Architecture and Building Construction, Longman, 1985.
(4) Mehmet Suat Bergil, Doğada/Bilimde/Sanatta, Altın Oran, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2.Basım, 1993, s. 87.
(5) A. L. Goldberger, et al., "Bronchial Asymmetry and Fibonacci Scaling." Experientia, 41 : 1537, 1985.
(6) E. R. Weibel, Morphometry of the Human Lung, Academic Press, 1963.
(7) William. Charlton, Aesthetics:An Introduction, Hutchinson University Library, London, 1970.
(8) Mehmet Suat Bergil, Doğada/Bilimde/Sanatta, Altın Oran, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2.Basım, 1993, s. 77.
(9) http://www.goldenmuseum.com/index_engl.html
(10) D'Arcy Wentworth Thompson, On Growth and Form, C.U.P., Cambridge, 1961.
(11) C. Morrison, Along The Track,Withcombe and Tombs, Melbourne,
(12) http://www.goldenmuseum.com/index_engl.html
(13) J. H. Mogle, et al., "The Stucture and Function of Viruses", Edward Arnold, London, 1978.
(14) Buckminster Fuller'in Jeodezik Kubbe tasarımları hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız: Teknoloji Doğayı Taklit Ediyor, Biyomimetik, Harun Yahya, Global Yayıncılık, İstanbul.
(15) A. Klug "Molecules on Grand Scale", New Scientist, 1561:46, 1987.
(16) Mehmet Suat Bergil, Doğada/Bilimde/Sanatta, Altın Oran, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2.Basım, 1993, s. 85
(17) Değişik ışınlı bedenleri için bakınız: "H. Weyl, Synnetry, Princeton, 1952.
(18) Emre Becer, "Biçimsel Uyumun Matematiksel Kuralı Olarak, Altın Oran", Bilim ve Teknik Dergisi, Ocak 1991, s.16.
(19) V.E. Hoggatt, Jr. Ve Bicknell-Johnson, Fibonacci Quartley, 17:118, 1979.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

Blog Arşivi