Yeruşalaim, Jerusalem, El-Kuds, Kudüs… Üç semavi dinin, Musevilik, Hıristiyanlık ve de İslâm’ın kutsal kenti. El-Kuds’da Harem-üş Şerif; Harem-üş Şerif’de Sahrat-ül Mukaddes, Sahrat-ül Mukaddes üzerinde Kubbet-üs Sahra bulunuyor.
13 Haziran 2009 tarihli Radikal Gazetesi, Ankara menşeli haberinde Türkiye’nin Kudüs’te bulunan Kubbet-üs Sahra kubbesi üzerindeki ‘hilâl’i yenilediğini yazıyordu. Haber özetle şöyle: ‘’Kudüs’ün Müslümanlarca kutsal yapısı Kubbet-üs Sahra’nın kubbe üzerindeki hilâli, Başbakanlık tarafından yenilendi. İlk kez Selâhaddin Eyyubî tarafından yenilenen 4,7 metre yüksekliğindeki hilâlin 5. kez yenilenmesi 200 bin dolara mal oldu.’’ Buraya bir nokta koyalım: Selâhaddin Eyyubî’nin Haçlı ordusu ile yaptığı savaşta, İslâm’da ilk defa hilâl içeren bayrak kullanılmış, Kudüs’ün 1187 yılında tekrar Müslümanların eline geçmesi ile Haçlıların kiliseye çevirdiği kubbedeki haç sökülerek yerine hilâl konmuş olsa gerektir. Esasen Eyyubî’den evvel İslâm âleminde hilâl objesi kullanılmıyordu. Gazete devam ediyor: ‘’İslâm mimarisinde ilk kubbeli eser olan Kubbet-üs Sahra, Emeviler tarafından inşa edildi.’’ Burada da hata var. Kubbet-üs Sahra, Emeviler tarafından değil, Kudüs’ün 638 yılında fethi ile Hz. Ömer tarafından kutsal kaya üzerine inşa ettirilmiş, ismi de Kubbet-üs Sahra olmuştur. Diğer ismi de Ömer Camii’dir. İnşa edilen cami, basit bir yapı olsa idi, ‘kubbe’ isminden bahsedilmezdi. Emevi Halifesi Abdülmelik ise, bundan 53 yıl sonra, 691’de camiyi kıymetli çini, taş ve madenlerle süslemiştir.
Kubbet-üs Sahra, Türkçemizde kaya üzerindeki kubbe anlamına geliyor. Sahrat-ül Mukaddes ise kutsal kayadır. Hz. Muhammed, bu kayadan Burak’la arş-ı âlâya, sidret-ül müntehaya ulaşmış, Cenab-ı Hakk’ın huzuruna varmış ve dönmüştür. İster ‘ismâni’, ister ‘cismâni’ diyelim; ancak şunu bilelim ki, dini inançlar tartışılmaz. Kayanın bir ismi de ‘sahrat-ül muallâk’tır. Çünkü kayanın altı boştur. 10 yıl kadar evvel Kubbet-üs Sahra’yı ziyaret etmiş, kutsal kayanın altındaki boşluğa inmiş, etkilenmiş ve içimden Fatiha Suresini okumuştum.
Bütün bu anılardan sonra insan, bu muhteşem yapının ve çevresinin geçmişine uzanmadan edemiyor. Buralar Milattan çok çok önceleri Kenan ülkesi diye anılıyordu. Biz o kadar eskilere gidemiyoruz. M.Ö. 1450’lerde Mısır’dan çıkarılan Hz. Musa ve halkı bu bölgeye yerleşiyor. Yahuda Kralı Davut, Museviliğin kutsal ‘Ahit Sandığı’nı işte bu Sion tepesine kurduğu çadırda muhafaza ediyor. Ahit Sandığı, Yahova’nın İbranilere Hz. Musa aracılığı ile indirdiği 10 Emir’in yazılı olduğu iki tabletin korunduğu sandıktır. Davut’un oğlu Hz. Süleyman (İbranicede Slomo – Salomon) M.Ö. 965’te kutsal kaya üzerine, tek tanrı adına bir mabet inşa ettiriyor. Kaya, kutsallığını Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ı tanrı adına kurban etmek için seçtiği bu kayadan alıyor. Mabedin mimarı Hiram Abif. İnşaat 7 yıl sürüyor. Sonunda kesme taş, cilâlı mermer ve Lübnan’ın sedir kerestesi ile yükselen görkemli mabet ortaya çıkıyor. İç hacimler, altın, gümüş, tunç, akik ve diğer kıymetli taşlarla süsleniyor; kutsal sandık en şerefli, ama gizli yere konuyor. Mabede özel anlamlar atfedilen iki sütun arasından giriliyor. Kutsal yapı 379 yıl ibadete açık kalabiliyor. M.Ö. 586 yılında Babil Kralı Nabukadnozor mabedi yerle bir ediyor. Halkı Babilon’a sürüyor. M.Ö. 538’de Kral Herod tarafından ikinci mabet yaptırılıyor. Arkeolojik kazı ve incelemelerden bugün ‘Ağlama Duvarı’ diye anılan duvarın, ikinci mabedin kalıntıları olduğu anlaşılıyor. M.Ö. 168’deki Helen istilâsı ile mabet, Zeus adına pagan tapınağı oluyor. Bölge M.Ö. 63’ten sonra Roma İmparatorluğu etkisine giriyor.
Milattan sonraki yılların Kudüs’ü, Hz. İsa’nın son günlerini yaşadığı kenttir. Hz. İsa, sırtında taşıdığı haçla beraber son yürüyüşüne mabedin yanındaki sokaktan başladı. Türkçede acılı yol olarak anabileceğimiz yolu kat ettikten sonra Golgotha’da çarmıha gerildi. Bu gün bu mahalde Saint-Spulcre (Kutsal Naaş) Kilisesi bulunuyor.
Ayaklanma sonucu, M.S. 70’de Kudüs’ü kuşatan Titus, kente girdi ve kutsal mabedi tahrip etti; mabetteki hazine ve menorah’ı (7 kollu şamdan) Roma’ya götürdü. Mabedi koruyan Eleazar Ben Simon ve 960 Zelot askeri Masada Dağı’na sığındılar. Kaleye giren Roma askerleri Zelotların naaşı ile karşılaştılar. Museviler, düşmana esir olmaktansa intiharı yeğlemişlerdi.
313 yılında Roma’nın Hıristiyanlığı tanıması ile kutsal mabedin yanına bir kilise inşa edildi. (Bu gün kilisenin yerinde Mescid-i Aksa bulunmaktadır.) 395’de imparatorluğun ikiye ayrılması ile kutsal tepe Bizans toprağı oldu. Bölge, 614’de Hüsrev-i Perviz komutasındaki İran – Sasani istilâsını yaşadı.
638’de Halife Hz. Ömer, kente girdi. Mabet yıkıntısını gezdi ve kutsal kayanın üzerine Kubbet-üs Sahra’yı, Haçlıların deyimi ile Ömer Camii’ni inşa ettirdi. Cami, İslâm’ın ilk kubbeli yapısıdır. Plan olarak bu gün de ilk şeklini koruyan cami, dünyanın en güzel mimarlık eserlerinden biridir. Dış duvarlar, dış cephede sekizgen, iç cephede daire planlıdır. Duvarlar değerli çinilerle kaplanmıştır. Altın mozaikle kaplı merkezi kubbeyi, iç mekânda yeşil porfirden imal edilmiş sütunlar ve altın varak kaplamalı sütun başlıkları taşımaktadır. Çevrede porfir ocakları bulunmadığına göre, sütun ve başlıkların bir eski eser kalıntısından getirildiği zannedilmektedir. Eski eserlerden malzeme toplanması, yakın zamanlara kadar tüm ülkelerde doğal karşılanıyordu. Ayrıca yapının mimari kurgusu, matematik, geometri ve inşaat tekniğini iyi bilen, mahalli ve yabancı mimar ve ustaların kullanıldığını göstermektedir. 691 yılında yapılan müzeyyen dekorasyon, Halife Abdülmelik dönemi eseridir.
Kubbet-üs Sahra, Haçlı ordularının 1099 yılındaki Kudüs işgali ile kilise olarak kullanılmış, 88 yıl sonra, 1187’de, Selahâddin Eyyubî’nin kenti geri alması ile restore edilmiş, hilâl sembolü altın kubbe âleminde yerini almıştır. Cami, 1448’de, Halife Me’mun döneminde çıkan yangında zarar görmüş, tekrar restore edilmiştir.
Yavuz Sultan Selim’in 1517’deki fethi ile Osmanlı dönemi başlamıştır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Mimar Sinan’ın planlaması paralelinde, Ağlama Duvarı üzerine taş duvar ilâvesi ve çevre düzeni yapılmış, Kubbet-üs Sahra restore edilmiştir. Sultan II. Abdülhamit döneminde, 1892’de, Mimar Kemalettin Bey (1870 – 1927) görevlendirilmiş, çiçeği burnunda genç mimar, başarılı bir onarım ve restorasyon gerçekleştirmiştir. Osmanlı hâkimiyeti, bölgedeki uyumlu ve akılcı yönetimi ile dinler arasında barış ve sükûnet sağlamıştır.
1917 İngiliz işgali ile bölgede ‘cadı kazanı’ kaynamaya başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı sonunda, 1948’de kurulan İsrail devleti ile beraber Kudüs, Kubbet-üs Sahra’nın bulunduğu Harem-i Şerif ve zeminin altı, bir çıbanbaşı yaratmıştır. İsrail, arkeolojik kazı adı altında tüneller açıyor; 10 Emir tabletlerini arıyor.
Dinler arası hoşgörü, yerini körü körüne ve fanatik inançlara bırakıyor, Kudüs’te barış, uzak bir hayalden öteye gidemiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder